Aynaya Bakan Eller
Bir iç gözlem denemesi
I. Cami Gözlemi – Sessizlikte Açılan Kapı
Yıllardır camiye girmemiştim.
Ne öfkeyle uzaklaşmıştım, ne de bilinçli bir tercihle.
İçimdeki çağrı zamanla sustu.
O gün bir otobüs bekliyordum.
Kalkmasına daha çok vardı.
Yol üstünde büyük bir cami gördüm.
Adımlarımı durdurmadım.
Sanki bir yer beni içeri çağırıyordu.
Girdim.
Loş ışık. Kalın halı. Soğuk taşlar. Sessizlik.
Dört kişi vardı içeride.
Biri bir kenarda uyuyordu.
Biri Kur’an okuyordu.
Ve biri, diz çöküp dua ediyordu.
Ben bir duvara yaslandım. Oturdum.
Ve dua eden adama baktım.
Başını eğmişti.
Avuç içlerini yüzüne dönük şekilde açmış,
kıpırtısızdı.
O an içimden bir cümle geçti:
“Bu eller birer ayna gibi.”
Ve o adam, Tanrı’ya değil de,
kendi suretine bakarak dua ediyordu sanki.
Tanrı’ya bir dilek değil,
bir iç konuşma,
bir yüzleşme vardı.
Bana öyle geldi ki o ellerde,
yalvarış değil,
bir iç huzur arayışı vardı.
Bir soruya cevap aramak değil,
belki de bir soruyu duymak…
Ve o anda bir şey fark ettim:
Dua, bir yönüyle insanın kendi içiyle barışma çabasıdır.
II. Aynaya Bakan Eller – Dua, İçe Doğru Açılır
“Dua, Tanrı’yı değil, bizi etkiler. Ellerimizi açarız ama içimize yöneliriz.”
O adamın açık ellerine bakarken bu cümle yerleşti içime.
Sanki dua göğe değil de,
içeriye doğru yapılan bir kazıydı.
Çünkü insan çoğu zaman ne istediğini bilmeden dua eder.
Bildiğini sansa da kelimeler yetmez.
Ve bazen kelimelerin tükendiği yerde dua başlar.
Ellerini açmak, içini açmaya benzer.
Avuçlarının içi bomboş görünür ama
aslında yorgunluk, pişmanlık, umut ve kırılganlıkla doludur.
Tanrı sabittir.
Biz değişiriz.
Tanrı duyar.
Ama biz, çoğu zaman ancak dua ederken
kendi sesimizi duyarız.
Dua, insanın kendine karşı dürüst olabildiği birkaç andan biridir.
Yüzleşmedir.
Yumuşamadır.
Teslimiyettir.
İnsanın iç sesiyle yeniden karşılaşmasıdır.
Ve belki de,
ellerimizle göğe uzanırken,
kalbimizle içeriye döneriz.
III. Sessizlikte Yankılanan – Tanrı İç Sesten Mi Oluşur?
O adam hâlâ dua ediyordu.
Sözleri yoktu benim için.
Ama duruşu bir cümleydi:
“Ben buradayım. İçimde bir şey var.”
Ve ben düşündüm:
Tanrı, dışarıda bir yerlerde değil de, içimizdeki derinlikteyse ne olur?
Belki de Tanrı, dua edenin kendisiyle baş başa kalmaya cesaret ettiği o sessizliktir.
Dua, Tanrı’yı çağırmak değil de,
Tanrı’da kendimizi hatırlamaksa?
Kendi sesimize kulak verdikçe,
O’nun sessizliğine yaklaşıyorsak?
O adamın açık elleri,
sanki bir yansıma alanı gibiydi.
Ve ben orada, o büyük camide,
bir otobüs saatini beklerken,
hiçbir şey istemeden bir şey fark ettim:
Dua, insanın kendine ses verdiği andır — bir iç konuşma, bir kendini ayağa kaldırma çabasıdır.
Yorum gönder