Barışın Önündeki En Son Engel: Öfkenin Kalıcılığı
İlk barış süreci başladığında, bu ülke çok daha sert, çok daha kutuplaşmış bir yerdi. O süreç, daha ilk adımlarında ağır saldırılara uğradı. Kemalist reflekslerle hareket edenler, ulusalcı kimlik içinde barışı bir “ihanet” olarak görenler, milliyetçi ve ülkücü çevreler… Akil insan toplantıları basıldı, yol kesildi, salonlar taşlandı. Barış isteyen herkes, “düşman” ilan edildi. O dönem, şiddetin diliyle barışı bastıranların sesleri çok çıkıyordu. Ve o sesler, bir süreci yarıda bıraktı.
Bugün yeniden bir barış umudu doğuyor. Ve dikkat edin: O eski saldırganlık, o eski örgütlü sabotaj yok artık. Çünkü o kesimlerin toplumsal gücü de, siyasal etkisi de sarsıldı. Artık başka bir dirençle karşı karşıyayız. Bu kez öne çıkarılan itiraz şu: “Biz şehit verdik, biz gazi olduk; siz nasıl barışırsınız?”
Bu söylem, acıyı ve kaybı kutsallaştıran ama aynı zamanda onu sürekli yeniden üreten bir hafıza biçimidir.
Bu ses, duygusal olarak anlaşılabilir. Çünkü acı kalır. Kolay kolay geçmez. Ama hatırlamak gerekir: O savaşın kararını veren siz değildiniz. O günkü siyasi iktidarın, o günkü konjonktürün bir gereğiydi o mücadele. Ve o mücadelede can verenler, inançları uğruna, doğru bildikleri için yola çıktılar. Kimse bunu dünyevi bir karşılık için yapmadı. Herkes Allah rızası için, vatan için, görev bildiği için yaptı.
Şimdi aynı inançtan bir başka ses yükseliyor: Barışın da Allah katında yeri büyüktür. Kur’an’da, eğer barışa yanaşıyorlarsa sen de barışa yönel denir. Barışmak, teslim olmak değil; hikmetle davranmaktır. Kanı durdurmak, hayatı korumaktır.
Şehitlik kutsaldır, gazilik onurludur. Ama barış da kutsaldır. Çünkü o da can vermemek, başkalarının evlatlarının da toprağa düşmemesi içindir. Bir insan hem evladını kaybedip hem de başka annelerin evlatları yaşasın diye barışa “evet” diyorsa, orada büyük bir asalet var demektir.
Karşı tarafı da görelim artık. Onların da gençleri öldü. Onlar da yıllarca acı çekti. Sadece bizim değil, bu toprağın her yerinden anneler ağladı. Onlar da bugün “yeter artık” diyorlar. Bu “yeter” bir pes ediş değil; tam aksine, yeni bir dirayet biçimidir.
Acının miras olarak aktarılması anlaşılır. Ama onu nesiller boyu bir öfke olarak yaşatmak başka bir şeydir. Bu, toplumsal hafızayı felce uğratır. Oysa en çok acı çekenlerin, barışa omuz vermesi beklenirdi. Çünkü onlar bilir savaşın ne olduğunu. Onlar bilir, bir eve ateş düşmenin nasıl olduğunu. Ve onlar bilir, barışın bu ülkeye nasıl iyi geleceğini.
Unutmayalım: Şehitlik, gazilik büyük mertebelerdir. Ama bu mertebeler, yeni acılar üretmek için değil; bu acılardan ders çıkararak yeni hayatlar kurmak için anlam kazanır.
Barış, herkesin hakkıdır. Ama en çok da acı çekenlerin hakkıdır.
Yorum gönder