BEDEN DİLİ VE PARANOİD: BİZE NORMAL OLAYLAR
“İnsan dışına ne kadar maske takarsa, içindeki boşluk o kadar derinleşir.” — Carl Gustav Jung
Beden Dili: Görünenin Ötesinde Bir Çatışma
Beden dili üzerine yapılan yorumlar, modern çağın en çok rağbet gören iletişim analizlerinden biri haline geldi. Tokalaşmanın şekli, oturuş biçimi, kolların duruşu ya da başın eğikliği; tüm bunlar, kişinin bilinçaltını ele veren şifreler gibi okunuyor. Ancak bu okumaların çoğu, davranışın içeriğinden çok, dışarıdan yüklenen anlamlara dayanıyor.
Oysa bu tür işaretlerin içgüdüsel olarak, yani zihinsel bir prova yapılmadan sergilenmesi durumunda, gerçekten kişinin ruh haline dair ipuçları taşıması mümkündür. Ama eğer bu davranışlar önceden öğrenilmiş, ezberlenmiş ve sosyal ortamlarda bilinçli olarak uygulanıyorsa, bu kez bir maskeye, bir performansa dönüşür. Ve performans, iletişim değildir.
Bir insanın tokalaşırken elini diğerinin üstüne koyması, sıkça “üstünlük kurma” niyetiyle açıklanır. Ancak bu hareketin içeriği, niyete değil, bağlama göre anlam kazanır. Kimi zaman bu jest, bir yakınlık, bir sıcaklık ya da bir koruma hissiyle de ilişkilendirilebilir. Elin elin üstüne konması, bir tür sembolik sarılma olabilir.
Ancak mesele burada bitmez. Çünkü bu tür hareketler artık sıradan insanlar tarafından bile biliniyor. Beden dili üzerine yazılmış binlerce yazı, yapılmış yüzlerce video ve eğitim sayesinde, bu davranışların nasıl “okunacağı” da kamuya mal olmuş durumda.
Hal böyleyken, bir devlet liderinin ya da üst düzey bir yöneticinin bu tür bir hareketi bilinçli biçimde yapması, artık klasik anlamının ötesinde bir şey ifade eder. Bazen, bu tür jestler, samimiyetin ve diplomatik nezaketin işareti olarak sahnelenir. Ama daha da önemlisi, bu tür simgelerin herkese açık birer kod haline gelmiş olmasıdır.
Ve burada çarpıcı olan, karşı tarafın bu tür bir harekete nasıl yanıt verdiğidir. Tokalaşmada elinin altta kalmasına “dayanamayan” biri, aynı hamleyi geri yapmaya çalışıyor, eli bırakmıyor, parmağı sıkıyor ya da elin üstüne kendi elini koyuyorsa; işte bu refleks, artık iletişim değil, içsel bir eksikliğin dışavurumudur.
Performans mı, Gerçek İletişim mi?
Beden dili, doğallığını yitirdiği anda, sadece anlamını değil, samimiyetini de yitirir. Bir hareket, anlamını ancak ruhla bağ kurduğu sürece korur. Ezberlenen her jest, içeriğini kaybetmiş boş bir kabuğa dönüşür. Bu kabuk, iletişimin değil, içsel boşluğun taşıyıcısı olur. İnsan, elini diğerinin üstüne koyarak üstün olduğunu değil, belki de içten bir yakınlık arayışını göstermek istiyordur. Ama karşı taraf bu harekete bir savaş daveti gibi tepki veriyorsa, mesele üstünlük değil; bastırılamamış bir yetersizlik duygusudur.
Beden Dilinin Maskesi: İçsel Bir Çatışmanın İfadesi
İnsanlar doğal beden dilini ezberlediklerinde, artık bu hareketler, gerçek duygular ve düşüncelerin ifadesi olmaktan çıkar. Beden, bir maskeye dönüşür. O maskenin arkasında, korkular, endişeler, güvensizlikler saklıdır. Bir insanın, elini diğerinin üstüne koyması ya da kollarını kavuşturması, bazen bir “gösterge” olmaktan çok, içsel bir gerilimin ve güvensizliğin ifadesi olabilir.
Ve burada çok çarpıcı bir noktaya değinmek gerekir: Eğer bir insan, beden dilini başkalarına karşı üstünlük kurmak, stratejik bir üstünlük sağlamak için kullanıyorsa, aslında kendini gizlemiyor; tam tersine, içindeki eksiklikleri ve güvensizlikleri dışarıya vuruyor demektir. Bu, kişinin kendini bulmaya, anlamaya ve tamamlamaya çalışırken kullandığı bir yöntemdir. Beden dili, bu noktada, sadece bir performansa dönüşmez, aynı zamanda içsel eksikliklerin dışa vurduğu, gizlenmeye çalışılan yaraların ifadesine de dönüşebilir.
Beden diliyle ilgili simgelerin artık kamuya mal olmuş birer göstergeye dönüştüğü bu çağda, üst düzey siyasi figürlerin el sıkışma gibi jestleri, yalnızca doğrudan anlamlarıyla değil, aynı zamanda bu anlamların herkesçe bilindiğinin farkındalığıyla da okunur. Dolayısıyla, bir liderin tokalaşma anında elini diğerinin üstüne koyması, klasik anlamıyla bir üstünlük gösterisi değil, bu anlamın ironik bir farkındalıkla yeniden sahnelenmesi olarak da değerlendirilebilir. Buna karşın, bu hareketi kişisel bir tehdide dönüştürüp aynı hamleyi geri yapmaya çalışan, eli uzun süre bırakmayan ya da parmağı sıkıca tutan taraf, aslında bedenin diliyle değil, bastırılmış benliğin savunmasıyla konuşur.
Sürekli Savaş Hali: Beden Diliyle Yaşanan Gerilim
Beden dili üzerinden kurulan bu tür anlamlandırmaların, özellikle tehdit algısı üzerinden şekillenmesi; bireyin ruhsal yapısında bir kırılmaya, bir güvensizlik ya da eksiklik hissine işaret eder. Her davranışı bir savaş taktiği gibi görmek; tokalaşmayı, oturuşu, hatta bakışı bir üstünlük mücadelesine dönüştürmek, normal bir iletişim sürecinden çok, savunmacı bir zihin halini gösterir. Bu durum bazı psikolojik örüntülerle açıklanabilir:
Paranoid kişilik özellikleri: Sürekli tehdit algısı, aşırı yorumlama, başkalarına karşı temkinli hatta düşmanca tutumlar.
Narsistik savunma biçimi: Üstünlük arzusu ve kırılganlık arasında gidip gelen bir ego yapısı.
Hostile Attribution Bias (Düşmanca Atıf Eğilimi): Nötr davranışları bile düşmanlık olarak yorumlama eğilimi.
Kompleks travma sonrası savunma: Daha önce yaşanmış duygusal kırılmaların etkisiyle her temasta “yeniden saldırıya uğrayacakmış gibi” bir tetikte olma hali.
Bu bağlamda, beden diliyle çatışma kuran kişi aslında sadece karşısındakiyle değil, kendisiyle de savaş halindedir. Ve her savaş gibi, bu da bir tükenmişlik, bir yabancılaşma ve nihayetinde yalnızlık getirir.
Yorum gönder