Ben Buraya Ait Değilim: Alerji, Göç ve Bedenin Hafızası
“Sürgün sadece fiziksel bir uzaklık değildir; sürgün, hatırlamanın yükünü bedeninde taşımaktır.”
— Edward SaidBazı hastalıklar vardır ki yalnızca bedende değil, tarihte, coğrafyada, kişilikte, hatta göç yollarının tozlu belleğinde saklıdır. Alerji, bunlardan biridir. Tozla, polenle, kedi tüyüyle, mevsimle ilişkili gibi dursa da, aslında çok daha derinlerde bir yerden konuşur bizimle: Atalarımızdan, göçlerimizden, toprağa ait olamamaktan. Belki de alerji, bedenin fısıltıyla yaptığı bir isyandır.
Ben Sakaryalıyım. Ama oradan değilim aslında. Gürcü’yüm. Batum’dan gelen bir ailenin çocuğuyum. Yani toprak değişmiş, iklim değişmiş, diller değişmiş, ama belki beden hâlâ geldiği yeri unutamamış. Alerjim var. Çocuklarımda da var. Ve bu tesadüf değil. Her bahar, her polenle dolan rüzgarla birlikte bedenimiz yeniden anlatıyor bir şeyi: “Ben buraya ait değilim. Ya da henüz tam değilim.”
Alerjinin garip bir döngüsü var: Çocuklukta başlıyor, ergenlikte kayboluyor, kırkından sonra geri dönüyor. Bu biyolojik bir takvim gibi çalışıyor. Çocukken bağışıklık sistemi zayıf. Ergenlikte hormonlar devreye giriyor, baskılıyor. Ama 40’ından sonra, yani beden yeniden yorgunlaştığında, sanki bir şey kendini tekrar hatırlatıyor. Bu döngü, insan ömrünün kırılgan dönemlerini birbirine bağlıyor: Başlangıç ve son. Ve ikisi de bir tür “gözetilmeye muhtaçlık” evresi.
Ama burada daha ilginç bir şey var: Bu sadece fizyolojik değil, coğrafi ve ruhsal bir mesele de olabilir. Belki genetik olarak başka bir iklime, başka bir bitki örtüsüne, başka bir mikroorganizma çeşitliliğine uyumlu bir bedene sahibiz. Şimdi ise, göçle geldiğimiz bu topraklarda bedenimiz, her bahar yeni gelen polenlere “yabancı” gibi davranıyor. Yani bağışıklık sistemi sadece bir savunma değil; bir tanıyamama mekanizması. Beden, tanımadığı şeye saldırıyor. Ve bu tanımama, hem dışsal (çevresel), hem de içsel (duygusal) olabilir.
Alerjiyle yaşayan insanların ortak bazı karakter özellikleri olduğu da fark ediliyor. Mesela birçok alerji ya da astım hastası; içe kapanık, hassas, yüksek empatiye sahip, yoğun düşünen insanlar oluyor. Sosyal olarak fazla uyarana açık, ama fazla temasa kapalı bireyler. Yani hem dünyaya duyarlı, hem de ondan kendini korumaya çalışan bir ruh hali. Tıpkı alerjik bedenin yaptığı gibi: “Her şeyin farkındayım ama bana dokunma.”
Belki de göç sadece yer değiştirmek değildir. Belki göç, bedenin alıştığı mikro yaşamdan kopmasıdır da. Bugün biliyoruz ki bağırsaklarımızda yaşayan trilyonlarca mikrop –yani mikrobiyota– bağışıklık sistemimizin temel yapıtaşlarını oluşturur. Atalarımızın yediği otlar, soluduğu hava, ellerini daldırdığı toprak, hepsi bu mikro ekosistemi şekillendirmiştir. Göçle birlikte sadece insan yer değiştirmez; onunla birlikte mikroorganizmaların, bağışıklık tepkilerinin ve içsel dengeyi sağlayan binlerce yıllık adaptasyonun zinciri de kırılır. Yeni iklim, yeni besinler, yeni polenler bedenin tanımadığı, ama bir şekilde uyum sağlaması gereken şeylere dönüşür.
Bu noktada kişilik de bağışıklığın bir devamı gibi görünür. Nasıl ki bağışıklık sistemi “tanıdık” olanı sever, “yabancı”ya karşı temkinlidir; bazı insanların ruh halleri de benzer biçimde çalışır. Kimi bedenler, fazla şey hatırlar gibidir; kimi zihinler, fazla şeyden korunur. Alerjik bünyeler, sadece polene değil, fazlalığa karşı da bir eşik problemi yaşıyor gibidir. Kişilik ile bağışıklık arasındaki bu sessiz akrabalık, belki de göçün en derin etkisini gösterdiği yerdir: Beden, yabancıya tepki verirken; ruh da tanımadığı duyguya kapanır. Ve belki de ikisi birlikte, “aidiyet” adı verilen o kadim yarayı taşır.
Belki de alerji, sadece bir burun tıkanıklığı değil; kuşaklar boyunca birikmiş bir topraksızlık duygusu, bir tanınmamışlık hâli, bir bedensel hatırlayış biçimidir.
Yorum gönder