Şimdi yükleniyor

Ben Sadece Tanrı’ya İnanmak İstiyorum

Bence milyonlarca insan bunu hissediyor.
Biliyorlar da.
Ama söylemiyorlar. Ya da söyleyemiyorlar.
Belki ben de uzun zaman söyleyemedim.

Şimdi kendi kendime soruyorum:
Neden Tanrı’ya inanmak için binlerce yıl önce yaşamış insanlara da inanmak zorundayım?
Muhammed’e…
İsa’ya…
Musa’ya…
Niye?
Neden bir Tanrı’ya inanmak, zincirleme olarak bir peygambere, onun arkadaşlarına, onların takipçilerine, onların hikâyelerine, menkıbelerine, yorumlarına, mezheplerine, tarikatlarına kadar uzanmak zorunda olsun?

Neden Tanrı dediğim varlıkla ilişkim, binlerce aracının gölgesinden geçmek zorunda?

Birini sorguladığında, hepsi yıkılıyor.
Sanki biriyle yetinmek yok; hepsi birden kabul edilmek zorunda.
Muhammed’i kabul et, ama onunla kalma.
Sünnet, sahabe, mezhep, hoca, cemaat…
En son Cübbeli Ahmet’e kadar uzanıyor bu.
Yani Tanrı’ya inanıyorum diyorsun, ama bu inanç tek başına yeterli değilmiş gibi davranılıyor.
Eksik, kusurlu, şüpheli bir inanç sayılıyor.

Bu… zorlayıcı.
Bu… bir tür psikolojik tazyik.
Baskı.
Hatta… evet, inanç faşizmi.

İbrahim’i sevmek yetmiyor.
Ailesini de seveceksin.
Sadece Muhammed’i sevmek olmaz.
Ehlibeyti, sahabeyi, onların sahabelerini…
Sonsuz bir sevgi borcu dayatılıyor.
Ama bu, sevgiden çok sadakat yeminine benziyor.
Sanki Tanrı’ya ulaşmak için bir tapınma zincirinden geçmek gerekiyor.

Ve soruyorum kendime:
Ben Tanrı’ya nasıl inanmak istiyorsam, ona nasıl sesleniyorsam, bu neden sorun oluyor?
Tanrı’ya kendi dilimle, kendi kalbimle seslenmek neden sapkınlık sayılıyor?
Neden bu kadar çok vaiz, imam, hoca, hacı, papaz; cami, kilise, yapı, teşkilat, gelenek beni ikna etmeye çalışıyor?
Bu bana iyi niyetli gelmiyor artık.
Samimiyetten çok düzen kokuyor.
Kontrol kokuyor.
İtaat kokuyor.

Bazen düşünüyorum:
Eğer Tanrı bir şey göstermek isteseydi, bu kadar aracıya, bu kadar külfete, bu kadar eziyete gerek kalmazdı.
Bu kadar zahmete girilecekse, o zaman bu dünya zaten cennet olurdu.
O zaman Tanrı’yla konuşmak, taşla konuşmak kadar doğal olurdu.

Ama değil.

Ve ben…
Ben sadece Tanrı’yla olmak istiyorum.
İnsanlar olmadan.
Gürültü olmadan.
Şart koşmadan.
Beni paketlenmiş bir inanca sokmaya çalışmadan.
Sadece Tanrı ve ben.
İçimde.
Sessizce.