Şimdi yükleniyor

Ben, Zihin ve Gölge

“Zihin, kendisini her zaman bilmek ister, ama her bildiği, onu daha fazla yabancılaştırır.”
— Søren Kierkegaard


İnsan, kendi zihnini düşündüğünde, ikiye bölünür:
Biri “ben”, öteki “ben’e bakan ben”.
Bu bölünme, Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım” önermesinin çırılçıplak hâlidir.
Ama varlık düşünmekle doğrulansa da, düşüncenin içeriği her zaman bizim elimizde değildir.

Sartre’a göre insan, “kendisi olmayan bir varlık”tır;
çünkü hep kendisine dışarıdan bakma zorunluluğuyla yaşar.
Zihin, sürekli olarak “kendilik” arar ama hiçbir zaman ona ulaşamaz.
İnsan, kendi varlığıyla arasında hep bir gölge taşır: farkındalık.

Heidegger’in deyimiyle bu “gölge”, varoluşun ağırlığıdır:
Dasein, yani “orada-olan”, sürekli olarak kendi imkânlarıyla yüzyüzedir.
Ve bu karşılaşma, genellikle sessizlikte değil, zihnin bağıran cümlelerinde yaşanır.
İnsan, kendini anlamaya çalışırken, çoğu kez sadece gürültüsünü dinler.

Kierkegaard ise bu bölünmeyi trajik bulur.
İnsan, sonsuzlukla sonluluk arasında gerilir.
Zihin sonsuzluğu ister – Tanrı’yı, anlamı, kalıcılığı…
Ama beden sınırlıdır; zamanı, yorgunluğu, ölümü taşır.
İşte bu çelişki, “iç sıkıntısı”dır: Kierkegaard’a göre Tanrı’nın insana bıraktığı boşluk.