Bilginin Çilesi: Ezberden İnşaya
Penceremin önünde rüzgârla savrulan ağaçlara bakarken, zihnimde yıllardır dönüp duran bir mesele tekrar beliriyor:
Bilmek, artık bir çile değil.
Bilgi, yanmadan ulaşılabilen bir ışıktan ibaret.
Oysa bir zamanlar bilgi ateşe yaklaşmaktı.
Yanmayı, dışlanmayı, yalnız kalmayı göze almaktı.
Bilgiyle yaşamak gerekiyordu; onu ezberlemek değil.
Bugünse bilgi, sadece aktarılıyor.
Süsleniyor. Sunuluyor. Paylaşılıyor.
Ama yaşanmıyor.
İbn Haldun “Coğrafya kaderdir” dedi.
Evet, bu cümleye herkes aşina.
Ama onun onlarca yıl süren gözlemleri, toplumlar üzerine kurduğu sosyolojik sistem,
o “kader”in nasıl inşa edildiğine dair derin analizler…
Hepsi bu cümlenin gölgesinde kayboldu.
İbn Haldun’un çilesi unutuldu, sadece posteri kaldı.
Nietzsche “Tanrı öldü” dedi.
Ama Tanrı’nın ölümünü kaldıracak irade,
yeni bir değerler sistemi inşa edecek güç,
o boşluğa düşüp orada kendi sesini bulacak cesaret neredeydi?
Spinoza, özgürlüğün peşine düştü.
Aforoz edildi.
Yalnız yaşadı.
Kendi gözlüğünü kırsa da, yonttuğu hakikatle görebilmek için yazdı.
Ama şimdi o da Instagram alıntılarında yaşıyor.
Hiçbir çilesi kalmadı.
Yalnızca adı kaldı.
Ve evet, ben de yaptım bunu.
Gençliğimde Marx’ın “Din halkın afyonudur” sözüyle din düşmanlığı yaptığını sandım.
Hiç Marx okumadan, önyargıyla, bağlamdan koparılmış o cümleye tutundum.
Oysa Marx, dinin toplumlara “teselli” sunduğunu söylüyordu.
Ve haklıydı.
Çünkü bazen saçma olan işe yarar.
Mantıksız olan, ayakta tutar.
Bir çocuk annesini kaybeder,
bir kadın savaşta eşini,
bir yaşlı adam evladını.
Ve hepsi bir dua mırıldanarak yaşamaya devam eder.
Çünkü teselli, akıldan değil, umuttan doğar.
Ve din tam da bu noktada devreye girer.
Bugünün sorunu şu:
Bilgi çok fazla ve çok hızlı.
Artık talep etmeyene bile bilgi gidiyor.
O bilgiyi taşıyacak derinlikte olmayanlara da ulaşıyor.
Bunun adı malumatfuruşluk:
Bilmek için değil, göstermek için bilgi edinmek.
Artık içerik üreticileri var.
YouTube’da her gün tarih anlatanlar,
Instagram’da psikoloji sunanlar,
TikTok’ta felsefe çözenler.
Ve kötü değiller.
Ama sorun şu:
Hiçbir fikrin çilesi çekilmiyor.
Kimse “neden bu fikre katılıyorum?” diye düşünmüyor.
Kimse o bilginin insan hayatında neyi değiştirdiğini sormuyor.
O bilgi, yalnızca satılıyor.
Ve hızla tüketiliyor.
İnşa edilmeden konuşulan bir dünya bu.
Konuşuyoruz, paylaşıyoruz, alıntılıyoruz.
Ama yaşamıyoruz.
Ve yaşanmayan bilgi, bir anlamda çürür.
Kendi adıma, artık bilgiye yaklaşırken daha dikkatliyim.
Daha yavaş, daha sakin.
Çünkü her bilginin bir bedeli var.
Bir ağacın altına oturmuş gibi hissediyorum bazen.
Rüzgâr esiyor.
Yapraklar kıpırdıyor.
Ve ben, öğrendiğim her şeyi yeniden sorguluyorum.
Çünkü bilginin çilesi, sadece doğruyu bulmak için değil,
kendini bulmak için de gerekir.
Yorum gönder