Şimdi yükleniyor

BİR KAYBEDİŞİN ZAFERİ

Dans Eden Torunlar ve Ordusunu Toplayıp Gelen Dedeler Üzerine Bir Deneme

Bize bir ferman anlatılırdı. Ballandıra ballandıra. Fransa’da kadınlar ve erkekler birlikte dans ediyorlarmış. Bu haber Osmanlı padişahlarının kulağına gitmiş. Rivayete göre Kanuni, “Eğer bir daha orada kadınla erkek birlikte dans ediyor diye haber alırsam, ordumu toplar gelirim,” demiş. Bu bize yıllarca büyük bir kahramanlık gibi anlatıldı. “İşte biz böyle bir ecdadın torunlarıyız,” denildi. Sonra ne oldu?

Sonra biz Viyana’ya kadar gittik. Viyana kapılarına dayandık. Neden? Çünkü bütün Avrupa’yı da şeriat sistemine dahil etmek istiyorduk. Oraları da bugünkü Suriye’ye, Libya’ya, Kudüs’e, hatta Konya’ya, Yozgat’a benzetmek istiyorduk. Gitgide tek bir zihnin, tek bir hakikatin, tek bir hükmün geçerli olduğu bir dünyayı arzuluyorduk. Ama Viyana’da durdurulduk. İyi ki durdurulduk.

Çünkü bugün Avrupa, bütün dünyanın sığındığı son limanlardan biri. Düşünceye, felsefeye, özgürlüğe, eşitliğe, insan onuruna dair ne varsa, başı sıkışan herkesin kapağı atmaya çalıştığı bir kıta orası. Ve bu kıtanın böyle kalabilmesinde, zamanında Osmanlı’nın Viyana’da durdurulmasının büyük bir payı var. Bu yüzden sadece bizim değil, Avrupa’nın da kaderi orada çizildi. Osmanlı’yı durduranların ruhuna da bir iltifattır bu tespit.

Kaybettik. Kırım’da, Balkanlar’da, I. Dünya Savaşı’nda kaybettik. Ve iyi ki kaybettik. Çünkü bu mağlubiyetler sayesinde işgal planlarından vazgeçtik. Emirlerimizin, fermanlarımızın, yaptıklarımızın ne kadar kötü ve adaletsiz olduğunu acı şekilde fark ettik. Fark ettik ki, hükmettiğimiz topraklarda yüzlerce yıl boyunca eğitime, insana, altyapıya yatırım yapmamışız. Sadece cami, kervansaray ve askerî düzen kurmuşuz. O da halk için değil, devletin bekası içindi. Bir Roma kadar bile kalıcı eser bırakmamışız. En çok da insanların zihinlerine zincir vurmuşuz.

Sonra içimizden biri çıktı. “Bu böyle gitmez,” dedi. “Siz böyle medeni olamayacaksınız. Dünyaya yetişemeyeceksiniz. Sizi dönüştürmem gerek.” Bu aynı zamanda zımni bir hakarettir. İçinden cıktığı toplumun her halinden rahatsızlık duymaktı bu. Ve gerçekten de dönüştürmeye başladı. Kıyafetimizden alfabemize, ölçümüzden tartımıza, yeme alışkanlıklarımızdan, kendimizi nasıl tanımlayacağımıza kadar her şey değişti. Bize “özgürsünüz” dendi, “kendi kararınızı kendiniz verin.” Ama biz yüzlerce yıldır kula kul olmaya, göklerden gelen bir kararı saraydan işitmeye alışmıştık. Bu yüzden yeni düzeni içselleştirmemiz uzun sürdü.

Artık sadece “masada mı yiyeceğiz, yerde mi?” ya da “kadınlar kahkaha atmalı mı, susmalı mı?” soruları değildi mesele. Asıl mesele, insanın kendi adına düşünebilme cesaretini bulup bulamayacağıydı. Başkasının adına konuşmayı terk edip, kendi sesini bulup bulamayacağıydı. Yüzyıllardır kul olarak biçimlendirilmiş bir zihin, birden bire yurttaş olduğunu duyduğunda ne yapacağını bilemedi. Çünkü mesele sadece bir kıyafet ya da alfabe değişimi değil; dünyayı “Darül Harp” ve “Darül İslam” diye ikiye ayıran zihnin, ötekiyle eşit düzlemde ilişki kurmaya, barışmaya, entegre olmaya yanaşıp yanaşamayacağıydı. Mesele, Tanrı adına konuşmayı bırakıp, insanın kendi adına felsefe yapabilmesiydi. Mesele, işgal etmeyi değil, paylaşmayı öğrenebilmekti. Ve mesele, artık evrensel değerlerin, insan onurunun, adaletin, düşünce özgürlüğünün diliyle konuşabilecek miyiz sorusuydu. En zor olan da buydu.

Ve belki de bu yüzden “Yurtta sulh, cihanda sulh” dedik. Dedik, çünkü çok acı kayıplarla öğrendik. Belki inanarak değil, mecbur kalarak, yorgun düşerek, bütün planlarımızın boşa çıktığını, dünyanın bizimle barışmak değil bizden korunmak istediğini anlayarak söyledik. Barış, artık bir tercih değil, tek seçenekti. Ve bu da kendi başına bir ilerlemeydi.

Geriye dönüp baktığımızda, Osmanlı’nın Viyana’da durdurulmuş olması sadece Avrupa’nın değil, bizim de kurtuluşumuz oldu. Bugün Avrupa’da ve şehirlerimizde dans eden, özgürce konuşan, felsefe yapan çocuklarımız varsa, belki de o gün orada durdurulmuş olmamız sayesinde varlar. Zorla öğrendik, ama sonunda bir şeyler öğrendik. Belki biraz geç, ama yine de dünyayla barışmaya karar verdik.