Şimdi yükleniyor

Bir Liderin Duygusal ve Düşünsel Limitleri ve Türevleri

Ayşe Hür’ün paylaştığı kronolojiyi okuduğumda, bunu sadece Erdoğan’a ait bir anlatı olarak değil, daha geniş bir psikolojik fenomen olarak düşündüm. Bu tür inişli çıkışlı duygu durumlarına sahip, hakikati kendi ruh haline göre eğip büken biri bir psikiyatriste gitseydi, ne teşhis konulurdu diye sormaktan kendimi alamadım.

Sanırım iki kişilik yapısı ön plana çıkıyor: Borderline (sınırda) kişilik bozukluğu ve narsistik kişilik bozukluğu. Çünkü burada sadece bir politik figürün değişkenliği değil, bir toplumun kaderini bu değişkenliğe göre şekillendirmesi söz konusu. Yıllarca, bir kişinin ya da dar bir ekibin ruh haline göre barışa, demokrasiye, meclise, medyaya, hukuka ve ahlaka yaklaşımı değişti. Ve biz, milyonlarca insan, bu dalgalanmaya uyum sağlamaya çalıştık.

Sanırım hepimizi hasta eden şey, bu duygusal gelgitlere ayak uydurma çabamız. Hakikatin sürekli eğilip bükülmesine tanıklık etmekle kalmadık; biz de bu bükülmenin içinde eğrildik, esnedik, gerildik. Bu durum, toplumsal ölçekte kronik bir gerginlik ve yorgunluk yaratıyor. Aslında içinde yaşadığımız şey, bir kişinin duygusal ritmine uyum sağlamaya çalışırken kolektif ruh sağlığımızı yitirmek olabilir.

Ayşe Hür:

ERDOĞAN’IN (VE AKIL HOCALARININ) KÜRT MESELESİ’NE BAKIŞLARININ KISA TARİHÇESİ

YIL 1991, RP İstanbul İl Başkanı Erdoğan’ın RP Genel Başkanı Erbakan’a sunduğu rapordan: “Bugün ‘Doğu’ veya ‘Güneydoğu Sorunu’ olarak adlandırılan sorun, aslında bir ‘Kürt Sorunu’dur… Sorun gerçekte ulusal bir sorundur, yani bir Kürt sorunudur… Bugün Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan bölgeler, tarihin en eski devirlerinde “Kürdistan” olarak adlandırılan coğrafyanın içinde yer alan bölgelerdir… Kürtler’in konuştuğu dil olan Kürtçe, Türkçe’yle ilgisi olmayan müstakil bir dildir…”

YIL 2002, AKP’nin siyasi yasaklı lideri olarak Erdoğan: “Sorun var diye inanmayacaksın. Yok diye inanacaksın. Sorun var diye inanırsan sorun olur. Sorun yok dersen, sorun ortadan kalkar. Biz böyle bir sorun yok diyoruz.”

YIL 2005, AKP Genel Başkanı ve Başbakan olarak Erdoğan:“İlla her soruna bir ad koymak da gerekmez. Çünkü sorunlar hepimizindir. Ama illa ‘Ad koyalım’ diyorsanız Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur.”

YIL 2009: Buna ister Kürt sorunu deyin, ister Güneydoğu sorunu deyin, ister Doğu sorunu deyin, isterse son olarak yine adlandırdığımız Kürt açılımı diyelim. Ne dersek diyelim bunun üzerinde bir çalışmayı başlattık.”

YIL 2010: “73 milyon insanımız Türkiye Cumhuriyeti üst kimliği altında birdir. Üst kimlik T.C. vatandaşlığıdır. Bunun altında birçok etnik unsur vardır. Başbakan olarak Kürt sorununu savunuyorum, savunmaya devam edeceğiz.”

YIL 2011 (Nisan): “Bu ülkede artık Kürt sorunu yoktur. Kabul etmiyorum. Bu ülkede Kürt kardeşimin sorunu var, ama Kürt sorunu artık yok.”

YIL 2011 (Temmuz): “Bu ülkede Kürt sorunu yoktur, bu ülkede PKK sorunu vardır. Kürt vatandaşlarımıza en büyük desteği biz verdik.”

YIL 2013 (Kasım): “Nasıl ki Türkü Kürtten ayıramazlarsa, Kürtü de Türkten ayıramazlar. Bir annenin çocuğuyla anadilinde konuşamıyor olmasından büyük azap ne olabilir? Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını, 76 milyonun kucaklaştığını, yeni Türkiye olduklarını göreceğiz.”

YIL 2013 (Aralık):”Çok uzağa gitmeye gerek yok. 90 yıl öncesine gidin, MHP’nin yöneticileri şurada meclis kütüphanesinde gitsinler ilk meclis zabıtlarını okusunlar. Okuma hakları var. Bugün MHP ve CHP neye karşı çıkıyorsa ilk meclis zabıtlarında o karşı çıktıkları şeyleri görecekler. “Gazi Mustafa Kemal’in nutuklarında görecekler. Kürt Gürcü Arap Laz kelimelerini Kürdistan kelimesini o meclis zabıtlarında görecekler. Anasırı İslam kavramını o zabıtlarda görecekler. Kendi tarihini bilmeyen, cehalet ve karanlıktan başka hiçbir şey söylemez. Osmanlıya gittikleri zaman Doğu’nun Kürdistan, Karadeniz’in Lazistan eyaleti olduğunu görecekler. Bunları görmezden gelemezsiniz.”

YIL 2015, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan: “Şimdi bakıyorsun, Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu ya? Artık böyle bir şey yok.”

YIL 2018, “Biz, Kürtlerin bizatihi kendilerini bir sorun olarak gören anlayışa nazire olarak ‘Kürt sorunu yoktur’ diyoruz.”

YIL 2019: “Biz Kürtler için her şeyi yaptık. Kürt meselesi var demek bana, bize hakarettir. Türkiye meselesi vardır, Türkiye’yi bir bütün olarak ele almak gerekir. Ben Kürtleri ayırmadım.”

Yıl 2020: “Bu ülkede Kürt sorunu yoktur varsa da sorumlusu benim, bunu çözeceğiz dedik. Hamdolsun bunu da çözdük.”

YIL 2021: “Yok Kürt sorununu çözmektir, yok şudur, yok budur… Türkiye’de böyle bir sorun yok. Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik.”

YIL 2022: “Bu [Selahattin Demirtaş] adamın Kürtlükle alakası var mı? Yok. Bu adam Kürt değil… Kürt kardeşlerimi bir avuç sapkının oyuncağı haline getirmek isteyenlerin, sizin adınızı ve iradenizi nasıl istismar ettiğini görüyorsunuz.”

YIL 2025 (Temmuz): “Türk, Kürt, Arap eğer bir aradaysa, birse, beraberse işte o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde, uzaklaştıklarında ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır.”

Şimdilik önümüzdeki açıklamalara bakacağız.

NOT: Yektan Türkyılmaz bir konuşmasında mealen demişti ki, AKP iktidarı ve devlet kadroları öyle sandığınız gibi uzun uzun plan yapmazlar, ileride olması gayet açık olaylara karşı tedbir almazlar. Örneğin depreme karşı tedbir alıyorlar mı, orman yangınlarına karşı tedbir alıyorlar mı, kuralığa karşı, işsizliğe karşı tedbir alıyorlar mı? Hayır. Onlar için “fırsatlar” vardır. Hatta yeni bir terim uydurdular “fırsat penceresi”. Onlar her olaya bu mantıkla yaklaşırlar.

Türkyılmaz söyledi mi anımsamıyorum, belki buna “tehditler” başlığını ekleyebiliriz. Aslında Osmanlı’nın son yüzyılından beri gayrimüslimler, Aleviler, komünistler, Kürtler, solcular, Batı bazen tek başına bazen kombine olarak “tehdit” kaynağı olarak kodlanmıştır. Tehdit algıları arttığında ya da tehdit algısının arttırılması onlara fayda sağladığında (bu askeri bütçeleri arttırmak olabilir, bu sınırötesi harekatlarla yayılmacılık denemeleri olabilir, kaynak transferi yapmak olabilir…) hemen “pencereye” koşarlar… Bakalım ne yapabiliriz diye…

Yukardaki kısa kronoloji bu yaklaşımın ipuçlarını içeriyor benim açımdan. 23 Eylül 2024’te bu sayfada TECRİT, KÜRT MESELESİ VE UMUT HAKKI ÜZERİNE yazımda size haberini verdiğim, 1 Ekim 2024’te Bahçeli’nin TBMM’de DEM Partililerin elini sıkmasıyla “sahnelenmeye başlayan” “Terörsüz Türkiye” sürecini, bundan ileri bir mantıkla değerlendirmek için çok erken olduğunu düşünüyorum.

Yönetici elitler (artık kimse bunlar) ABD’nin İsrail eliyle bölgede yapmaya çalıştığı düzenlemeyi hem bir fırsat hem bir tehdit olarak algıladılar ve 26 yıldır ellerinde rehin olarak tuttukları ve ideolojik açıdan kendileriyle aynı mantıkla dünyaya “fırsat penceresinden bakan” bir siyasi aktörle birlikte yeniden “bir şey” denemeye çalışıyorlar. Sahne habire değiştiği için de (önce Esad rejimi sonlandı, sonra İsrail İran’a saldırdı, sonra geri çekildi, sonra Trump İbrahim Anlaşmalarını canlandırdı, yarın ne olacağını Kozmos bilir…) her gün yeni bir açıklamaları ile karşılaşıyoruz. Her ne kadar birileri “canım, bu sefer devlet çok planlı çalışıyor, her adımlarını belirlemişler….” diye pohpohlasa da… İzin verin de bilmem kaç yıllık devlet tecrübemiz var diye böbürlenenler bir iki yıllık plan yapsınlar.

Denenmeye çalışılan “şey”in 1923 Kemalizm parantezini kapatan 2025 TAK-İ (Türk/Arap/Kürt-İslam) İttifakı olduğu anlaşılıyor.

Bu paranteze mahkum olmamalıyız…