Şimdi yükleniyor

BİR MİLLET İNSAN OLSAYDI: KORKULMAK İSTEYEN BİRİ

Bazen düşünürüm: Bir millet, bir devlet bir insan teki olsaydı nasıl biri olurdu? Özellikle yaşadığım ülke, Türkiye, bir insan olsaydı; neden herkesin kendisinden korkmasını isteyen, sevgiyle değil korkuyla anılmak isteyen biri olurdu? Bu, siyasal değil, ruhsal bir sorudur — ve belki sadece bir psikanalistin değil, kolektif vicdanın da cevaplaması gereken bir sorudur.

Sabah haberlerinde duyduğum bir cümle, uzun süredir zihnimde dönüp duran düşünceleri yeniden kışkırttı. Bir emekli büyükelçi, konuşmasının tamamını şu cümle üzerine kurmuştu: “Bütün dünya Türklerden korkar.”
Bu cümle beni düşündürmeye yetti. Gerçekten bütün dünya Türklerden korkuyor mu?

Belki 300 yıl önce, Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yılda 300’den fazla savaş yaptığı dönemlerde, ya da Selçuklu’da, Timur’da, Moğollar’da bir ölçüde bu korkunun tarihsel bir zemini vardı. Kılıç elde, profesyonel savaşçılarla köylere, kasabalara giriliyordu. Ama bugünün dünyasında hâlâ bu kadar ilkel bir duyguyla, “bütün dünya bizden korkuyor” diyerek kitleleri mobilize etmek bana artık çocukça geliyor. Hatta biraz daha düşündüğümde, hastalıklı.

Neden korksun insanlar Türklerden? İnsanlar çocuğuna zarar verecek birinden, başıboş bir köpekten, belki bir diktatörden, terör örgütünden, kötü bir komşudan korkar. Ama bir halktan? İsviçrelilerden korkuluyor mu? Yeni Zelandalılardan? Kenyalılardan? Bizden niye korkulsun?

Korkulmak, bir başarı mıdır? Gurur duyulacak bir şey midir? Dünya denen bu koca evrende 6.000’e yakın dil, 200’e yakın devlet, milyarlarca insan var. Bu olgunlukta bir dünyada, hâlâ bu kadar ilkel bir korku anlatısı üzerinden siyaset yapmak, taraftar toplamak bana hem utanç verici hem de trajik geliyor.


Korku Satar, Çünkü Umut Üretmek Zordur

Korku, her zaman en ucuz motivasyon aracıdır. Özellikle de umut üretilemediğinde, gelecek tasavvuru sunulamadığında… Siyasetçiler için korkulmak, sevilmekten ya da saygı duyulmaktan daha kestirme bir yol olabilir. Çünkü korkunun dili basittir: “Ben güçlüyüm, onlar benden korkuyor.”

Ama bu söylemin köküne indiğimizde karşımıza çıkan şey aslında kitlelerin değil, iktidarların ihtiyacıdır. “Bütün dünya bizden korkuyor” sözü, içerideki güvensizliği örtmek, topluma yapay bir büyüklük duygusu sunmak içindir. Kimlik kırılmalarını tamir etmenin kolay ama sürdürülemez yoludur.

Tarihte gerçekten korkulmuş olmak ile bugün hâlâ bu korkunun sürdüğünü iddia etmek arasında büyük fark vardır. Osmanlı’nın savaşçı geçmişi, Moğolların fetihleri, Selçuklu’nun cihatları elbette birer korku unsuru olabilir. Ama bugün artık bilgi, sanat, teknoloji ve diplomasi çağındayız. Artık topraklar değil, zihinler fethediliyor.

Peki bugün bizden neden korkulsun? Daha hızlı ve güvenli metrolar mı yaptık? Daha güçlü, daha çevreci ve sessiz çalışan otomobiller mi ürettik? Daha iyi ve kalıcı etkiler yaratan aşılar mı geliştirdik? Daha etkili ağrı kesiciler, daha insancıl tedaviler, daha rafine bilimsel buluşlar mı sunduk dünyaya?

Yoksa daha iyi bir anayasa, daha özgürlükçü bir demokrasi, daha adil bir hukuk sistemi mi kurduk? Eğitimi dönüştürdük mü mesela? Dünya çapında umut veren, akademik yayınlarıyla hayranlık uyandıran üniversitelerimiz, düşünceye yön veren entelektüellerimiz mi oldu? Daha iyi müfredatlar mı hazırladık?

Barışı, emeği, ekmeği mi güzelleştirdik? Kültüre, sanata, estetiğe çağ atlattık da dünya bu yüzden mi bizden “korkuyor”?

Korkulmakla övünen bir toplum, aslında sevilmeye aç bir toplumdur. Saygı bekler ama şiddetle ister. Ve çoğu zaman o korkulduğunu iddia ettiği şey, aslında görünmezliğini örtmeye çalıştığı bir hayalettir.

Bir İsviçreli’den kimse korkmaz, ama İsviçre, dünya diplomasisinin ve tarafsızlığının sembolüdür. Japonlardan korkulmaz, ama Japon teknolojisi hayatımızın içindedir. Almanlardan korkulmaz, ama Alman mühendisliği hayranlık uyandırır.

O zaman biz? Biz ne teklif ediyoruz bu güzel ve yaşlı dünyaya? Korkulmak mı hâlâ?

Daha iyiye dair ne yaparsak, neyi gerçekten güzel kılarsak, belki o zaman artık “korku” yerine başka kelimeler dolaşır etrafımızda: saygı, katkı, etki, umut.

Gerçek güç korkutmakta değil, sevilmeye değer olmakta yatar. Ve bu, sadece geçmişe değil, bugüne ve geleceğe çalışanların, üretenlerin, düşünenlerin ve paylaşanların işidir.