Şimdi yükleniyor

Çağdaş Filozof Fetişizmi

Felsefi kavramlar, hayatın karmaşasından kaçmak için birer sığınak olabilir.
Ama bu sığınaklar, bazen gerçek dünyadan uzaklaşmak için birer bahane haline gelebilir.
Felsefe, hayatın içinden doğmalı ve ona hizmet etmelidir.
Kavramların fetişi, onları hayatın dışına itmekten başka bir şey değildir.


Bu yazı, felsefi kavramların hayatla olan ilişkisini sorgulayan bir denemedir.
Felsefe, hayatın içinden doğmalı ve ona hizmet etmelidir.
Kavramların fetişi, onları hayatın dışına itmekten başka bir şey değildir.

Düşünce ve Yaşam Senkronizasyonu

“Modern iktidarın amacı artık bedeni cezalandırmak değil, üretken kılmaktır.”
— Michel Foucault

Michel Foucault’nun bu çokça alıntılanan, bolca takdir edilen cümlesiyle karşılaşalı epey zaman oldu. Cümle sadece bir analiz değil, neredeyse bir büyü gibi işliyor: Modern insanın yaşadığı tüm sıkışmışlığı, “iktidar” denen soyut bir yapı üzerinden açıklıyor. Üstelik çok da güzel açıklıyor. Sabah alarmı, mesai kartı, CV, performans, üretkenlik takıntısı… Bunların hepsi, idam sehpasının yerini alan yeni cezalandırma biçimleriymiş gibi anlatılıyor.

İlk bakışta büyüleyici. Ama biraz durup düşününce — ve hele ki akşam saat altıya kadar çalıştıktan sonra metrobüste oturacak yer bulamamışsanız — bu büyünün bir tür fetişe dönüşmeye başladığını fark ediyorsunuz. Kavramlara aşık olmak gibi bir şey bu. Kavramları kutsamak, hayattan daha önemliymiş gibi ele almak. Ve burada, işte ben “muhalif” olmaya karar verdim.

Bu yazı, Foucault ya da Baudrillard ya da Deleuze’e düşmanlık eden bir yazı değil. Aksine, onların kavramlarının altında ezilen, kendi yaşam deneyiminden utanır hale gelen bir sıradan insanın kendi içinden konuşmasıdır. Koltukta otururken yazılan felsefenin, koltuk takımı taksidi ödeyen insanların hayatına nasıl dokunduğunu sorgulayan bir denemedir.


Foucault ve Alarm: Bedene İktidar mı, Hayata Rutin mi?

Foucault’nun o meşhur cümlesiyle başlayalım:

“Modern iktidarın amacı artık bedeni cezalandırmak değil, üretken kılmaktır.”

Tamam. Üretkenlik dayatması çok ağır. Performans kültürü yıpratıcı. İnsan bir dosyadan ibaret gibi yaşıyor. Ama mesele şu:
Peki üretmeyince ne oluyor?
Çöpler toplanmıyor. Fırınlar kapanıyor. Çocuklara aşı yapılmıyor. Market rafları boş kalıyor.
Üretkenliğe muhalefet ederken, üretimin insan hayatındaki zaruri yerini unutmamalıyız.
Foucault bunu söylüyor mu? Söylüyor. Ama Foucault’nun okuyucuları çoğu zaman söylemiyor. Metro beş dakika geciktiğinde tam olarak ne hissediyorsunuz?


Gezgin Dervişlerin Çöp Sorunu

Bu çağda hepimiz “gezgin derviş” olmak istiyoruz.
Seyyah sufiler, kalenderîler, hiçbir kuruma kayıtlı olmayan özgür ruhlar.
Ama sormak gerek:

“Dervişlerin yaşadığı şehirlerde çöpler kim tarafından toplanıyor?”
“Hastalanınca hangi ‘gezgin ruh’ doktorluk yapıyor?”
“Çocuğun aşısını kim takip ediyor, kaldığın otelin musluk suyunu kim arıtıyor?”

Yani evet, bireysel özgürlüğü kutsamak güzel ama toplumsal iş bölümü gibi bir gerçeklik var.
Felsefe bunu görmezden geldiğinde, artık felsefe değil, bir fantezi alanı oluyor.


CV’den Nefret Etmek Neden Bir Hobi Haline Geldi?

Bugünlerde CV kelimesi neredeyse lanetli bir sembol.
İnsanlar özgeçmişlerini utanarak gönderiyor, sanki itirafname gibi.
Ama neden?

Çünkü CV, itaatin sembolü sayılıyor.
Halbuki CV dediğimiz şey, insanın kendi hayat hikâyesini, emeğini, bilgisini, tecrübesini kayıt altına almasıdır.
Nesi kötü olabilir?

Bu noktada, bazı filozofların “birey” adına ürettikleri kavramlar,
bireyin emeğini değersizleştirme riski taşıyor.


Kavramların Hayatla İmtihanı

“Aşk şiirde başka, yatakta başka.”
“Dostluk sinemada başka, cenazede başka.”
“Devlet anayasada başka, pasaport kuyruğunda bambaşka.”

Kavramlar güzel. Ama kavramların gerçek hayatla sınanması gerek.
Bir filozofun klavyede kurduğu cümleyle, bir annenin çocuğunu hastaneye götürürken yaşadığı gerçeklik aynı değil.
Ve bazen, filozofların cümleleri, bu annelerin hayatını anlamsızlaştırıyor.
Kötü niyetle değil — ama bir tür mesafe, bir tür elitlik barındırıyor.


Filozofun Karnı Toksa, Düşüncesi Acıtır mı?

Burada temel soruyu soralım:

“Karnı tok filozof özgürlüğü överken, başkalarının açlığını göz önüne alıyor mu?”
“Konfor alanında yazılan metinler, konforsuz alanlarda nasıl yankılanır?”

Felsefe yapmanın hakkı elbette herkesindir. Ama felsefenin sorumluluğu da vardır.
Kavram üretmek kolay, ama o kavramların üzerine kurulan hayatlar gerçek acılarla doludur.
Felsefe, bu acılara gözünü kapatınca, fetişe dönüşür. İşte bu yazının derdi budur.


KAMRAMLARIN ŞEHVETİNDEN, DÜNYANIN GERÇEKLİĞİNE

Bu metin Foucault’ya değil, onun bağlamından koparılan cümlelerine,
gezgin dervişliğe değil, onun sosyal altyapıyı inkâr eden romantizmine,
kavramlara değil, onların dokunulmazlık kisvesine itirazdır.

Evet, kavramlar gereklidir.
Evet, özgürlük değerlidir.
Ama unutmayalım:
Özgürlük de bir düzen içinde gelişmelidir.
Kavramlar ise temizlikten geçmelidir.