Şimdi yükleniyor

CİNSELLİK VE KONTROL: EVRİMDEN DİJİTAL ÇAĞA BİR İKTİDAR MÜCADELESİ

“Tanrı’nın en çılgın fikri eşeyli üremedir.” Rubikon

I. Cinsellik ve Evrimsel Bakış: Yatırım ve Koruma

Evrimsel açıdan baktığımızda, cinsellik yalnızca üreme için değil, aynı zamanda türün devamı ve bireysel hayatta kalma stratejileri için kritik bir olgudur.
Kadın ve erkek biyolojisi, cinselliği farklı şekillerde deneyimler.

Erkek için cinsellik, genellikle kısa süreli ve yeniden üretilebilir bir etkinliktir.

Kadın içinse cinsellik, daha uzun süreli ve kalıcı sonuçlar doğurur. Kadın hamile kaldığında biyolojisi tamamen değişir; 9 ay boyunca fiziksel ve duygusal değişimler yaşar.
Kadının cinsel hayatı, aslında evrimsel bir yatırımdır. Erkek bu yatırıma göre daha bağımsız olabilirken, kadın bu yatırımı sadece biyolojik olarak değil, duygusal ve sosyal olarak da hisseder.

Cinsellik üzerinden gerçekleştirilen bu yatırım, kadın cinselliği üzerinde tarihsel olarak büyük bir denetim yaratmıştır. Çünkü, kadın cinselliği, doğrudan doğurganlıkla ilişkilidir. Bu yüzden tarih boyunca kadın cinselliği, kontrol edilmesi gereken bir alan olarak görülmüş olabilir.


II. Cinsellik ve Psikiyatrik Dinamikler

Cinsellik, yalnızca fizyolojik bir dürtü değil, insanın ruhsal yapısının da derinliklerine uzanan bir kuvvettir. Neredeyse tüm psikiyatrik kuramlar, bireyin iç çatışmalarında cinselliğin özel bir yeri olduğunu kabul eder. Bastırılmış, yön değiştirmiş, sapmış ya da abartılmış cinsel enerji, insanın iç dünyasında türlü biçimlere bürünür.

  1. Freud ve Libidinal Enerji: Bastırılmış Olanın Dönüşü

Freud’a göre cinsellik, insanın doğumdan itibaren taşıdığı bir enerjidir: libido.
Bu enerji yaşamla özdeştir, yön bulduğunda üretkenliğe, bastırıldığında ise nevroza, takıntıya, anlam kaymalarına neden olur.

Bastırılan cinsel arzular, “rüyalar”, “şakalar”, “dil sürçmeleri” veya “fetişler” şeklinde geri döner.

Freud’a göre toplum, bireyin cinsel dürtülerini ehlileştirerek medeniyeti mümkün kılar ama bu bedel olarak bireye ruhsal bir huzursuzluk bırakır.
“Uygarlığın Huzursuzluğu” tam da budur.

  1. Jung ve Gölge: Cinsel Arzunun Karanlık Yüzü

Jung, insan ruhunu kolektif bilinçdışıyla birlikte düşünür. Ona göre cinsel dürtü sadece bireysel bir mesele değil, arketipsel bir güçtür.

Cinsellik “gölge”nin başlıca alanlarından biridir. Toplum tarafından kabul görmeyen arzular, bu gölgeye itilir.

Bastırılan, reddedilen, “ayıp” sayılan her şey burada birikir.
Ve insan bazen bu gölgede olanla tanışmadan “bütün” olamaz.

Jung’un “anima” (erkeğin içindeki kadın) ve “animus” (kadının içindeki erkek) arketipleri de, cinselliğin sadece karşı cinsle değil, kendi içimizdeki ötekiyle de bir yüzleşme olduğunu gösterir.

  1. Cinsel Kimlik, Yönelim ve Normdan Sapma

Modern psikiyatri, cinselliği sadece “heteroseksüel birliktelik” olarak sınırlamaz.

Cinsel yönelim (heteroseksüellik, homoseksüellik, aseksüellik vb.),

Cinsiyet kimliği (trans, non-binary vb.),

Cinsel ilgi biçimleri (fetiş, BDSM, poliamori vb.) artık bir “hastalık” değil, çeşitlilik olarak görülür.

Ancak toplum bu çeşitliliği çoğu zaman ruhsal bozukluk gibi yaftalar. Kim haklıdır? İnsanın üç baştan çıkaranı vardır: Açlık, cinsellik, saldırganlık. Bu üç baştan cıkaranı “terbiye” etmeyen insan ve toplum medenileşemez.

  1. Takıntı, Yoksunluk ve Bağımlılık: Pornografi Örneği

Cinsellik, bir başka psikiyatrik meseleyle de kesişir: bağımlılık.
Özellikle internet çağında, sınırsız pornografik içeriğe maruz kalan bireylerde şu durumlar yaygındır:

Aşırı izleme, yetmemeye başlama, daha uç içeriklere yönelme,

Gerçek ilişkilerden uzaklaşma, bedensel doyumdan çok görsel uyaran bağımlılığı,

Suçluluk, utanç ve kendinden tiksinme…

Bu bir yoksunluk değil, doz artışıyla çözülmeyen bir doyumsuzluk halidir.
Ve bu psikiyatrik kısırdöngü çoğu zaman utanma nedeniyle terapiye dahi taşınmaz.


III. Cinsellik ve Arketipler: Kadın, Erkek ve Bedenin Mitolojisi

İnsan cinselliği, yalnızca bir içgüdü, bir hormon işi değil; binlerce yılın kültürel, dinsel, mitolojik ve toplumsal birikiminin taşıyıcısıdır. Bedenin arzulanma biçimi, kadının ve erkeğin temsil edilişi, cinsel rol beklentileri… Bunlar tek başına biyolojiyle açıklanamaz. Her biri, arketipsel düzlemde, kolektif bilinçdışının izlerini taşır.

  1. Kadının Temsili: Arzunun Nesnesi ve Tehdidin Kaynağı

Mitolojik anlatılarda kadın genellikle iki uç arasında şekillenir:

Bakire Tanrıça: Athena gibi akıl, saflık ve kontrolle özdeşleşen figürler. Cinsellikten arındırılmış, kutsal bilgiyle donatılmış.

Ayartıcı Dişi: Lilith, Pandora, Havva gibi figürlerde ise kadın hem arzu nesnesidir, hem de düzeni bozan bir tehdittir.

Bu ikili yapı, kadını ya idealize eder, ya da şeytanlaştırır.
Ve her iki uç da kadını kendi öz iradesinden arındırır.

Modern kadının “bedeniyle barışık olma”, “kendi arzularını tanıma”, “kendi cinselliğini sahiplenme” mücadelesi, bu binlerce yıllık arketipsel mirasla hesaplaşma biçimidir.

  1. Erkeğin Temsili: Güç, Fetih ve Kontrol

Erkek arketipi ise çoğunlukla penetre eden, sınırları aşan, fethe çıkan figürlerle temsil edilir:

Yunan mitolojisinde Zeus’un sürekli cinsel fetih peşinde olması;

İslamî cennet tasvirlerinde erkeğin sınırsız cinsel güce sahip olması…

Erkeklik, tarihsel olarak cinsel performans, dominasyon ve kontrol ile özdeşleşmiştir.
Bu da erkeğin “hassasiyet”, “reddedilme”, “yetersizlik” gibi duygularla yüzleşmesini güçleştirir. Erkek, arzu ettiğini elde edemezse öfke, kıskançlık, şiddet devreye girer.

Yani erkek arketipi, cinselliği bir hak, bir fetih, bir statü göstergesi olarak içselleştirmiştir.

  1. Bedenin Anlamı: Tapınak mı, Pazaryeri mi?

İnsan bedenine yüklenen anlamlar da arketipsel düzlemde şekillenir:

Kadın bedeni, hem yaşamın kaynağı hem de günahın taşıyıcısı olarak görülür. Hem kutsanır hem denetlenir.

Erkek bedeni, daha çok işlevsellik, güç, üretim ve savaşla anılır.

Modern çağda bu arketipler “reklam”, “moda”, “kozmetik”, “pornografi” gibi alanlarda yeniden üretilir.
TikTok’ta poposunu sarkan genç kadın ya da spor salonunda kendini yırtan erkek, aslında kolektif bilinçdışının eski tanrı ve tanrıçalarını taklit etmektedir.
Bu taklit, bilinçsizdir. Ama etkisi derindir.

  1. Cinsellikte Arketiplerin Yıkımı

Postmodern toplumda bazı bireyler bu arketiplere karşı çıkar:

Kadın, artık sadece “arzulanmak için var olan” değil; arzulayan ve seçen bir özne olmak istiyor.

Erkek, artık “sürekli isteyen”, “asla reddedilmeyen”, “daima güçlü” olmak zorunda değil.

Bu dönüşüm sancılıdır çünkü bilinçdışındaki arketipler kolay kolay silinmez.
Ancak sanat, edebiyat, sinema ve felsefe bu arketipleri dönüştürme gücüne sahiptir. Her özgün temsil, içimizdeki kalıpları esnetir.


IV. Cinsellik ve Denetim: Toplumun Arzuyla İmtihanı

Cinsellik, hiçbir toplumda başıboş bırakılmış bir alan değildir. Aksine, en sıkı denetlenen, en çok kural konulan, en çok konuşulup en az dürüst kalınan alandır. Çünkü cinsellik sadece iki bedenin teması değil, güç, ahlak, din, norm, iktidar, suç ve utanç gibi birçok alanla iç içedir.

  1. Dinî Denetim: Günahkâr Zevk, Vaadedilen Cennet

Tarih boyunca hemen her din, cinselliği yasaklarla, helallerle, vaatlerle, tehditlerle kuşatmıştır.

Cinsellik evlilik içinde kutsal, dışında rezil görülür.

Kadın bedeni “fitne”, “deneme”, “imtihan” sayılır.

Mastürbasyon, zina, eşcinsellik gibi eylemler açıkça yasaklanır.

Ama aynı dinî anlatılar, paradoksal biçimde cennet vaatlerini cinsellik üzerinden sunar:

Huriler, iri gözlü bakireler, sonsuz ereksiyonlar, yıpranmayan kadınlar, bozulmayan bekâretler…
Bu tasvirler, özellikle erkek için sonsuz bir arzunun nesneye ulaşmış hali gibidir.
Yani arzuyu bastır, ama sonunda sınırsızca verilecek.
Bu bir tür cinsel kredi sistemi gibidir: şimdi tut, sonra al.

  1. Toplumsal Denetim: Normun İçine Hapsetmek

Toplum, cinselliği belirli kalıplara hapsederek düzen kurar.

Heteroseksüellik normdur.

Erkek istekli olur, kadın seçici.

Erkek aktif, kadın pasiftir.
Bu rolleri sorgulamak, sapkınlıkla ya da ahlaksızlıkla yaftalanır.

Toplum bu normları yalnızca yasayla değil; ayıplama, dedikodu, utandırma, erkeklik testi yapma gibi yumuşak ama etkili yöntemlerle de uygular.

Özellikle erkek için “seks yapmamak”, “başaramamak”, “reddedilmek” bir eksiklik, hatta bir tür “aşağılama” haline gelir.
Kadın için ise arzulamak, ses çıkarmak, bedenini sahiplenmek hâlâ “kontrolden çıkmak”tır.

  1. Dijital Denetimsizlik: Her Şey Serbest Ama Hiçbir Şey Özgür Değil

Dijital çağda denetim başka bir biçim aldı:

Artık herkes her şeyi görebilir.

TikTok, Instagram, OnlyFans, pornografi platformları cinselliği sonsuzca erişilebilir kıldı.
Ama bu özgürlük değil, denetimsizliğin yarattığı bir tür yeni tutsaklık oldu.

Kadınlar, algoritmanın hoşuna gidecek bedenlerini üretir hale geldi.

Erkekler, sürekli tüketen, ama tatmin olmayan dijital fetişizme hapsoldu.

Burada artık “ayıp” değil ama “izlenme sayısı” denetim aracıdır.
Cinsel olan görünür ama içselleşmez; göz var, ten yok; temas var, tensellik yok.

  1. Denetimin Ötesi: Arzunun Özgürleşmesi Mümkün mü?

Şu soruyla baş başa kalırız:
Cinsellik özgürleşebilir mi?

Ne tamamen başıboş kalabilir, çünkü sorumluluğu vardır.

Ne tamamen bastırılabilir, çünkü doğası zorlayıcıdır.

Belki de çözüm ne bastırmakta ne de serbest bırakmakta…
Belki çözüm anlamlandırmakta, kişisel etikle uzlaştırmakta, arzuyu sahiplenmekte saklıdır.


Epilog: Kadın Cinselliği ve Evrimsel Denetim

Kadın cinselliğinin tarih boyunca daha sıkı denetlenmiş olması yalnızca patriyarkanın ya da erkek iktidarının sonucu olmayabilir. Bu baskının köklerinde daha biyolojik ve evrimsel bir gerekçe de olabilir:
Çünkü cinsellik, kadın için geri döndürülemez bir yatırımdır.

Erkek bir ilişki sonrası kaldığı yerden devam edebilir;

Kadın ise hamile kalır, biyolojisi değişir, dokuzu ayla sınırlı kalmayan bir bakım sürecine girer, çocuğuna bağlanır.

Tarih öncesi topluluklarda korunma, sağlık, destek mekanizmaları yokken bu yatırımın bedeli hayat kadar ağır olabilirdi. Bu yüzden toplum, kadının cinselliğini “koruma” adı altında aslında denetlemeyi tercih etti. Çünkü o çocuğun geleceği, kabileyi de ilgilendiriyordu.
Yani bu kontrol, belki de ilkin “kadını korumak” adına başlamıştı. Ama zamanla kadının özgürlüğüne ket vuran bir yapıya dönüştü.

Bugün, moderniteyle birlikte kadın cinselliği serbestleşiyor. Kadınlar artık çocuk doğurma riskine katlanmadan arzu edebiliyor. Ve bu özgürlüğün getirdiği ifade biçimleri, kimilerince “göze sokmak” gibi algılansa da aslında bu, yüzyıllardır bastırılmış arzunun gecikmiş görünürlüğüdür.
Bir kadın kendi bedenini dilediği gibi gösterebiliyorsa, bu yalnızca estetik bir jest değil; tarihsel bir sessizliğin kırılmasıdır.

Hayvanlar Arasında Şiddet ve Cinsel Davranışlar

Hayvanlar dünyasında cinsellik, bazen hayatta kalma mücadelesinin bir aracı, bazen de türler arası şiddetin bir yansımasıdır. Erkek hayvanlar arasında cinsel hiyerarşiler, üstünlük kurma ve eş seçme gibi süreçler sıkça şiddetle iç içe geçer. Türler arası tecavüz vakaları ve birbirlerinin yavrularını öldüren hayvanlar, doğanın acımasız yasalarına göre hayatta kalabilmek için bu stratejileri kullanır. Bu şiddet, bazen cinsel ilişkiyi de içeren güçlü bir iktidar biçimi olarak karşımıza çıkar. Doğada, cinsellik ve şiddet arasında ince bir sınır vardır; hayvanlar, kendi cinsel davranışlarını türlerinin hayatta kalmasını garanti altına almak için kullanır.

İnsanlık, evrimsel açıdan bu doğa yasalarından büyük ölçüde ayrışmış olsa da, birçok durumda bu primal dürtüler hâlâ toplumsal ve bireysel davranışlarda etkili olur. İnsanlar, hayvanlar gibi doğrudan fiziksel şiddetle değil, toplumsal normlar ve kültürel yapıların içinde bu dürtülerini ifade ederler.

Dinlerdeki Cinsel Yönelim ve Cinsellik Üzerindeki Kontrol

Cinsellik, sadece bireysel bir deneyim değil, toplumsal düzeyde de şekillendirilmiş bir olgudur. Dinler, tarihsel olarak insan davranışlarını şekillendiren en güçlü kurumlar arasında yer alır. Hristiyanlık, İslam ve diğer dini inançlar, cinselliği sadece kutsal bir bağlamda değil, aynı zamanda toplumsal bir kontrol aracı olarak da kullanmıştır. Bu durum, cinselliğin nasıl yönlendirileceği, kiminle yapılacağı, hatta hangi yaşta yapılacağı gibi soruları da gündeme getirmiştir.

Özellikle İslam dünyasında, bazı dini tarikatlar ve topluluklar, cinsellikten kaçınmayı, evlenmemeyi bir tür dini sorumluluk ve manevi yükselme olarak kabul etmişlerdir. Hristiyan rahipler de benzer şekilde, cinsellikten uzak durarak Tanrı ile daha yakın bir bağ kurmayı hedeflemişlerdir. Bu da aslında cinsel tercihler, arzular ve yönelimlerin bir yansımasıdır. Cinselliği reddetmek, evlenmemek, ruhsal bir arınma biçimi olarak kabul edilir. Bu durum, evlenmeyi ya da cinsellik yaşamayı bir seçenekten çok, dini bir bağlamda “yasaklı” bir olguya dönüştürmüştür.

Buna karşın, bazı bireyler ve topluluklar bu cinsel tercihleri kendi kimliklerinin ve manevi dünyalarının bir parçası olarak kabul etmişlerdir. Cinsellikten kaçınmak, bir nevi kişisel ve manevi bir seçenektir ve bu, cinsel özgürlükten daha farklı bir yönelim ve düşünme biçimidir. Cinselliğin reddedilmesi, doğrudan bir ideolojik ya da manevi bir tercih halini alır.

Dijital Çağ ve Normalleşen İstismar

Sosyal medya, görselliğin ve hızlı paylaşımın zirveye ulaşmasıyla, toplumsal normların ve sınırların giderek daha esnek bir hale gelmesine yol açmaktadır. Dijital dünyanın sunduğu sürekli görsel içerik akışı, zamanla insanların duyarsızlaşmasına yol açmakta ve bu, daha önce tabular olarak kabul edilen kavramların normalleşmesine zemin hazırlamaktadır. Pedofili, ensest, hayvan istismarı gibi korkunç olgular, sosyal medyanın etkisiyle tabiri caizse “görselleşmiş” ve bazen “gündelik” hale gelmiştir.

Bu tür içeriklerin hızla yayılması ve izlenmesi, başta duygusal bir tepki uyandırması gereken bu görüntülerin zamanla sıradanlaştırılmasına yol açmıştır. Sosyal medya platformları, kullanıcılara içeriğin yayılmasını hızla sağlamakla kalmaz, aynı zamanda bazen bu tür içeriklerin yayılmasına göz yumarak, duyarsızlaşmayı pekiştirir. İnsanlar, sürekli olarak bu tür görüntülerle karşılaştıklarında, zamanla görmeye karşı bir rahatlık ve normalleşme duygusu geliştirirler.

TikTok, Instagram gibi platformlar, içeriklerin hızla yayılmasını sağlarken, dikkat çekici ve şok edici içeriklerin daha fazla etkileşim almasını teşvik eder. Bu, her ne kadar çoğunlukla eğlence amaçlı olsa da, şiddet, istismar ve cinsel içeriklerin de benzer şekilde hızla popülerleşmesine neden olmaktadır. Her gün daha fazla kişi, bu tür içeriklere maruz kaldığında, sosyal normlar yeniden şekillenir. Artık görmek, sadece görmekle kalmaz; aynı zamanda normalleşir. Bir zamanlar yasaklı ve utanç verici kabul edilen unsurlar, dijital ortamda her an erişilebilir hale gelir, ve daha da tehlikelisi, bu durum sosyal bir kabul görmeye başlar.

İçerik üreticileri ve platformların bu tür videoları yayımlamak için genellikle düşük bir denetim uygulamaları, bu görüntülerin yayılmasına katkı sağlarken, bunun toplumsal sonuçları göz ardı edilmektedir. Bu, sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir sorun haline gelir. Dijital ortamda maruz kalınan içerikler, insanların toplumsal gerçeklik algılarını değiştirebilir ve şiddetin, istismarın sıradanlaştırılması, bunun sonucunda bir tür “kültürel yozlaşma”ya yol açabilir.