Şimdi yükleniyor

Devletin Yokluğunda Büyüyen Çocuklar: Cemaatler, Bir Tanıklık ve Bir Yurt Hikâyesi

Süleymancılarla ilgili birkaç kez yazmayı denedim ama yazamadım. Tekrar denemek istiyorum.

Yoksul bir ailenin çocuğuysanız, hele ki 80’ler 90’ların çocuğuysanız ve üniversite için şehir dışına gidiyorsanız, cemaat evleri ve yurtları kurtarıcıdır. Ben cemaatlerde büyüdüm. Sırasıyla: İlim Yayma Cemiyeti, Nur evleri, Milli Gençlik Vakfı… Peki devlet neredeydi o sırada?

Yurt-Kur’un yurtları ülkücü eşkıyaların tasallutundaydı. Kampüslerde jandarma, sivil polis, özel güvenlik olmasına rağmen terör estiriyorlardı. Namaz kılarken odasını basıp öğrenci darp eden, giderken de helallik isteyen öğrenci çeteleri vardı. Banyoda öğrenci döven kampüs çeteleri vardı. Devlet ise kampüs girişine kabin kurmuş, G3’lü jandarma koymuş, başörtülü kızları içeri almamakla meşguldü.

Biz fakir çocuklardık. Cemaatin kapısını çaldık, onlar da bizi buyur etti. Hâlâ üzerimde Nurcuğun, Milli Gençlik Vakfı’nın kokusu vardır. Nasıl geliyor kulağa bilmiyorum ama hiçbir şiddete bulaşmadıysam, sigaraya, alkole bulaşmadıysam, meyhane ve kerhane bilmediysem; hâlâ yanlış bir şey yaparsam insanlara hayal kırıklığı olurum endişesini taşıyorsam, bu cemaat terbiyesi sayesindedir.

Devlet neredeydi o sırada? Köyleri boşaltıyor, şehirleri sürgüne yolluyor, kırmızı kitaplarda “iç düşman” diye tanımladığı halkına karşı savaş yürütüyordu. Hangi sanatçıyı dinliyorsun diye insanların peşine düşmüştü.

Cemaat evleri bizim için korunaklı limanlardı. Siz şimdi ahlaksızlığın kitabını yazan türbanlı emolara, sakallı magandalara bakıp kızıyorsunuz, haklısınız, herkes kızıyor. Bu Ak Parti’nin şaheseridir. Bu çürümenin de ilacı yoktur. Biz siyasetin şerrinden Allah’a sığınır, şehitler gecesi düzenler, Ömer Karaoğlu dinler, âlem-i ervahta verdiğimiz sözü birbirimize hatırlatır, Rukneddin’in kalbini taşırdık.

Tüm kalbimle söylüyorum: Onca yıl cemaatlerde kaldım, bir tek satır, ahlâkı ya da hukuku sıkıntıya sokacak bir şey benden talep edilmedi. Çok da isteyerek kalmadım. Ben de isterdim eve çıkayım. Bizim zamanımızda “eve çıkmak” diye bir hayal vardı. Ama çoğu zaman yurt aidatını bile ödeyemedim. Mukabili olarak gecelerde şiir okurdum.

Cemaatlere duyulan düşmanlığı anlayamıyorum. Sevmemeyi anlarım. Ama düşmanlık kriminal bir şeydir.

Üniversitede Mali Sosyoloji dersine giren bir hocamız vardı. Onunla konuşmayı çok severdim. Bir gün odasında bana bir anısını anlattı. 70’lerin solcularındandı. Birkaç kez hapse düşmüş. Devlet kadrosuna geçince bir gün onu bir yurdu kapatmak üzere görevlendirmişler. Formalite gereği gidip yurdu gezip, kapatma kararını raporlayacak.

Yurdun kapısına varıyor, içeri alınıyor. Kapatmadan önce görmek istiyor. Bodrum kata indiriyorlar. “Tertemiz, düzenli, büyük dolaplar vardı,” diyor. “Üzerlerinde çantalar: bazıları çok pahalı, bazıları pazar poşeti. Ayakkabılarda da öyle: markalı spor ayakkabılar da vardı, kenarı yırtık, çok kullanılmış ayakkabılar da…”

Yemekhane, yatakhane, derslik… Hepsi düzenli, muntazam, insana yaraşır. Sonra kendi kendine şöyle diyor: “Ben yıllarca, bu ülkede herkesin bir yatağı, bir yemeği, bir barınağı olsun diye solculuk yaptım. Kavga ettim. Hapislere girdim. Bunu zaten burada sağlamışlardı. Bu yurt, belki toplumun tamamı için değildi, ama numune teşkil ediyordu.”

Raporunu yurdun kapatılmaması yönünde yazıyor. Kısa süre sonra kurumdan uzaklaştırılıyor. Bizim üniversiteye öğretim görevlisi olarak geliyor.

Bu hikâyeyi çok sevmiştim. Çünkü Türkiye’nin ekonomik, politik ve sosyal yapısındaki büyük boşluğu gözler önüne seriyor. Cemaatler neden bu kadar güçlü, neden bu kadar yaygın? Çünkü çok temel bir şeyi dolduruyorlar: devletin terk ettiği sosyal alanı.

Bu gerçekle yüzleşmeden cemaatlerle kavga etmek, sosyolojide yeni bir boşluk açmak ve belki de başa dönmek demek.

Erdoğan’ın cemaatlere duyduğu düşmanlığa gelelim. Politikasını desteklemeyen herkese kin besliyor. Süleymancılar, Erbakan’ı da desteklemedi sanırım. 2002’den bu yana yol arkadaşlarının, muhalif gazetecilerin, iş insanlarının, “kardeşim” dediği insanların, birlikte cuma kıldığı insanların başına gelenlere bakın. Çocuk sevmeyi beceremeyen birinden bahsediyoruz. Ayağına dolanmasın diye kendi partisini bile tasfiye etti.

Süleymancılar haklıdır demiyorum. Zaten kendilerini savunacak durumdalar. Bildiğim cemaatler içinde en sevimsiz bulduğum onlardır. Ama bu, onları kriminal yapmaz.

Dediğim şudur: Erdoğan, toplumun bir kesiminin öfkesini, kinini yanına alarak bir başka kesimi tarumar ediyor. Her seferinde de bunu yapacak yeni bir öfkeli kitle buluyor.

İmamoğlu’nun Süleymancı olduğuna dair dosyaları CHP Genel Merkezi’ne raporlayanlar, büyük ihtimalle İmamoğlu davasının da gizli-aleni tanıklarıdır. Bu grubun Kadıköy’de, bu yakın zamanda ölen Fenerbahçe başkanının otelinde yaptığı bazı toplantılara denk gelmiştim. Erdoğan İstanbul’u kaybetmenin, o malum CHP’liler de partiyi kaybetmenin acısını böyle çıkarıyor.

Beğenmediğiniz o Bitlisli der ki: “Bir gemide 10 adam olsa, 9’u suçlu biri masum olsa, o gemiyi masumun hatırına batıramazsınız. Hatta bir insanın 10 huyundan 9’u kötü biri iyi olsa, o bir iyi huyunun hatırına onu yok sayamazsınız.”

Birbirinize karşı fazla öfkelisiniz. Bu öfkeyi birbirinize karşı silah olarak kullanıyorlar. Ve bu, bir tekiniz ayakta kalmayana kadar sürecek.

Ben bugün, 45 yaşında, kendi evine çıkmış, 15 yıllık kıdemli apateist biri olarak hüznümü, şaşkınlığımı, anlayamamışlığımı anlatmaya çalıştım. Nasıl biliyorsanız öyle yapın. Çocuklara ve kadınlara dokunmayın, becerebiliyorsanız.