Şimdi yükleniyor

Düşüncenin Düşüncesizliği

“Düşünmenin kendisi üzerine düşünmek, düşünmenin en nadir ve en zor biçimidir.”
— Martin Heidegger

Düşünce çoğu zaman bir davetle gelmez. Biz onu aramadığımız, ona yer açmadığımız, hatta zihnimizi sessizliğe gömdüğümüz bir anda belirir. Yürürken, dururken, susarken… düşünce gelir. Ne vakti bellidir, ne niyeti. Ne zarifçe selam verir, ne de özür diler. Bir ses gibi değil, bir iç yankı gibi. Zihne çöken bir bulut, ruhun kıyısına çarpan bir rüzgâr gibi.

Bu gelişi, düşüncenin ilk düşüncesizliğidir. Çünkü gelen düşünce, henüz düşünülmüş değildir. Henüz biz ona şekil vermemişizdir. O bizi seçmiştir, biz onu değil. Bu yüzden çoğu düşünce ilk hâlinde yabancıdır; biraz ürkütücü, biraz aşındırıcı, biraz da aşikâr biçimde kendi dışımızdan gibidir.

Belki de düşüncenin en saf hali, en işlenmemiş ve en düşüncesiz olduğu andır.

İnsanın kendine ait sandığı her düşünce, aslında biraz da başkasının izini taşır. Bir sesin yankısı, bir anının tortusu, bir başkasının sözünden sıçramış bir kıvılcımdır çoğu. O yüzden her gelen düşünce bize ait değildir; ama içimizdedir.

Bu içsellik ama aidiyetsizlik, düşüncenin ikinci düşüncesizliğidir. Çünkü bir düşüncenin gerçekten “bizim” olması için onu görmemiz, dönüp bakmamız, dokunmamız gerekir. Aksi takdirde, o sadece içimizden geçip giden bir görüntüdür. Bir video gibi oynar, ama durdurulmaz. İçimizde döner, ama tanımlanmaz.
Ve biz, düşünceye dair hiçbir şey bilmeden onu taşır dururuz.

Her düşünce zarif değildir. Bazıları kaba, sivri, uyumsuz, huzursuz edicidir.
Öylece gelir ve içimizde bir düzen varsa, onu bozar.
Bazen geçmişten getirdiğimiz suçluluklar, bazen bastırdığımız arzular, bazen de korkuların kılığında düşünceler belirir.

Bu tür düşünceler, bizi kendimize yabancılaştırır. Belki de bu yüzden bazı düşünceler hakkında düşünemeyiz. Çünkü onları düşündüğümüzde, kendimizi tanıyamaz hâle geliriz. Onlar bir ayna değil, bir çarpıtıcıdır. Düşüncenin bu sakilliği, onun üçüncü düşüncesizliğidir: Şekilsizliğiyle, biçimsizliğiyle, anlaşılmazlığıyla bizi zorlar.

Ama işte tam da bu zorlanma, düşünmenin başladığı yerdir.
Gerçek düşünce, düşüncesizliğin üstüne düşünmektir.

Zihnimiz her şeyi kaydeder. Ama her kayıt anlaşılmaz.
Tıpkı çocukken işittiğimiz ama anlamını bilmediğimiz kelimeler gibi…
Zihin bir kamera gibi çalışır ama seyretmeyi öğretmez.
O videolar, düşünceler olarak içimizde döner.
Bazıları yıllar sonra bir yürüyüşte açılır.
Birden bire görüntü belirir, bir kelime düşer, bir his canlanır.

İşte o anda, “ben bu düşünceyi daha önce de yaşamıştım” deriz.
Ama o zaman düşünmemiştik.
Sadece kaydetmiştik.
Sadece durmuş, sadece maruz kalmıştık.

Şimdi ise o düşünce bize geri dönmüştür.
Bu sefer belki onu düşünebiliriz.

Düşünce bize geldiğinde onu ya işleriz, ya bastırırız, ya unuturuz.
Ama düşüncenin düşüncesizliğinden kurtulmak için onu üstüne düşünmek gerekir.
Bu her zaman kolay değildir. Çünkü bazı düşünceler bizden daha güçlüdür.
Ama onları içselleştirmek, onları tartmak, onlara anlam vermek mümkündür.
Ancak o zaman düşünce gerçekten “bizim” olur.

Belki de en düşünceli düşünce, düşüncesiz gelene gösterdiğimiz misafirperverliktir.

“Zihin, bazı şeyleri düşünememek için her şeyi düşünür.”
— Simone Weil