Düşünmeme Biçimleri Üzerine
“İnsanın en büyük korkusu, kendi düşüncelerinin sesini duymaktır.”
— Søren Kierkegaard
Ne kadar ironik, değil mi? Düşünmeme biçimleri üzerine düşünüyoruz. Bu bile, insan zihninin ne kadar inatçı bir mekanizma olduğunu gösteriyor. İnsan ne yaparsa yapsın düşünür; düşünmek, onun solunumu gibidir — istemsiz ve sürekli. Asıl mesele düşünmemek değil, neyi düşünmemeyi seçtiğimizdir.
İnsan düşünceden kaçmaz; düşüncenin sonuçlarından kaçar. Çünkü her gerçek düşünce, bir eylem talep eder. Düşünmek, sorumluluğa çağrılmaktır. Bu yüzden insan, düşünememe biçimlerinden birine sığınır: oyalanma, ideolojik aidiyet, rutin, inanç, eğlence, hatta bazen felsefenin kendisi. Her biri, zihnin kendini kandırma biçimidir — düşünen bir varlık olmanın yükünü hafifletir.
Belki de sorun düşüncede değil, veri girişindedir. İnsan, bilgiyi olduğu gibi değil, dayanabildiği kadar alır. Bilgiyi ne kadar çarpıtarak, eksilterek, geciktirerek içeri alıyorsak, o kadar az düşünürüz. Düşünmeme, bir zihin boşluğu değil; bilginin kapısında kurulan bir gümrüktür. İnsan, konforunu, aidiyetini, itikadını, ezberini, hazır bulunuşluluğunu sarsmayacak olana sarılır. Kendini yeniden inşa etmek zorunda bırakmayacak bilgiyi içerir alır, diğerini dışarıda bırakır. Böylece kendini görmezden gelerek yaşar.


Yorum gönder