Şimdi yükleniyor

Füze Yapan Rejimler Neden Yıkılır?

Teknolojik Güç ve Toplumsal Çürümüşlük: SSCB, İran ve Türkiye’nin Ortak Kaderi

Teknoloji, bir ülkeyi yalnızca geçici olarak yükseltebilir, fakat onu uzun vadede ayakta tutmaz. Füze yapabilmek mümkündür; ancak halkın gönlünü kazanmak ve devletin meşruiyetini sağlamak bambaşka bir iştir. Sovyetler Birliği, nükleer silahları ve uzay başarılarıyla kendisini teknoloji devi olarak dünyaya tanıttı, ancak 30 yıl içinde, teknoloji sayesinde değil, içsel çürümüşlük nedeniyle dağıldı. İran da her yıl yeni bir balistik füze ve nükleer kapasite geliştiriyor, fakat aynı zamanda halkını baskı altına almayı sürdürerek bu teknolojiyi meşruiyet aracı olarak kullanıyor. Türkiye ise, savunma sanayii ve SİHA’larla teknolojiye yatırım yaparken, toplumsal yapısındaki erozyonu görmezden gelerek, bu vitrin başarılarının peşinden gitmekte. Bu ülkeler, benzer şekilde, bir “yüksek teknoloji yanılsaması” ile içsel çürümeyi gizlemeye çalışıyorlar.

SSCB: Uzaya giden, ama halkına ekmek veremeyen süper güç

1957’de Sovyetler Birliği, Sputnik’i uzaya yollayarak dünya çapında büyük bir başarıya imza atmıştı. 1961’de Yuri Gagarin uzaya çıkan ilk insan olduğunda, Sovyetler yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda bilimsel bir devrimi de temsil ediyordu. Ancak bu teknolojik zaferlerin gölgesinde, Sovyet halkının günlük hayatındaki çürümüşlük büyüyordu: Ekmek yoktu, insanlar marketlerde kuyruklarda bekliyordu ve devlet, halkını dinlemek yerine denetlemek üzerine kuruluydu. Sovyetler, ayrıcalıklı bir bilimsel devrim yaşarken, toplumsal eşitsizlik ve ideolojik baskılar arasında sıkıştı. Sonuç olarak, 1991’de Sovyetler Birliği dağıldı ve 30 bin nükleer başlık, binlerce tank ve milyonlarca bilim insanı bulunan devrimci bir yapı, içsel çürümeyle yıkıldı. Çünkü, Sovyetler halkını değil, güçlü devlet yapısını savunmuştu. Bu, toplumun ideolojik baskılar altında yaşamasına yol açtı ve eninde sonunda, halk devleti terk etti.

İran: Füze yapmayı başaran rejim, kendi halkıyla savaşta

İran, Sovyetlerin izlediği yolu, ancak daha çağdaş bir biçimde, teknolojik başarıları halkın mutlu ve özgür olmasını engelleyen bir rejim oluşturmak için kullanıyor. İran her yıl tanıttığı yeni balistik füzeler, süpersonik füzeler ve nükleer programla dış dünyada güçlü bir imaj çizmeye çalışıyor. Ancak içeride, devletin molla rejimi halkın yaşamını doğrudan kısıtlıyor. Kadınların saçları ve kıyafetleri, öğrencilerin üniversitelerde ifade özgürlüğü ve genel olarak halkın özgürce yaşam tarzları, devletin en büyük tehditleri olarak görülüyor. Öte yandan, işsizlik, eğitimdeki gerilik ve ekonomik kriz, toplumun umutsuzluğunu arttırıyor. İran halkı, rejimin baskılarından kurtulmak için rejime karşı nefretle dolarken, devlet ise bu öfkeyi dış düşman söylemleriyle yönlendirmeye çalışıyor.

İran’ın her yıl yeni bir füze yaptığı, ancak halkının günlük yaşamda özgürlüğü bulamadığı bir düzenin, eninde sonunda çöküşe geçeceğini öngörmek zor değil. Füze üretmenin ya da nükleer bir güce sahip olmanın, halkın gönlünde gerçek bir meşruiyet sağlamayacağını ve toplumun desteğini kazandırmayacağını görmek gerekir. Çünkü toplum devlete değil, hayata, özgürlüğe ve refaha tutunur.

Türkiye: SİHA’larla ayakta duran, ancak içsel çürümeyi göz ardı eden yapı

Türkiye, son yıllarda SİHA’lar, yerli otomobil projeleriyle ve savunma sanayiindeki ilerlemeleriyle dikkatleri üzerine çekiyor. Ancak bu başarılar, toplumun içsel yapısındaki çürümeyi ve hukuk, eğitim, medya, liyakat gibi sistemsel sorunları maskelemeye yetmiyor. Devlet, teknolojiyi adeta toplumun gözünü boyamak, yolsuzlukları, eşitsizlikleri, hukuksuzlukları örtmek için kullanıyor. Bunun örneklerinden biri, son yıllarda özellikle Cumhurbaşkanı tarafından sıkça dile getirilen siyasi şiddet söylemi. Bu söylem, aslında toplumun bölünmüşlüğünü derinleştiren ve kamusal şiddeti, devletin kontrol ettiği bir alan olarak normalleştiren bir söylemdir. Ayrıca, Kıbrıs üzerinden kumar, silah, uyuşturucu ve kaçakçılıkla ilgili iddialar, kamusal denetim mekanizmalarının çürümeye başladığının bir başka göstergesidir. Kamusal yağma, devlete yakın olanların çıkar sağladığı bir sistemin varlığını ima ederken, bu durum toplumu derinden rahatsız ediyor.

Türkiye’nin iktidarı, savunma sanayii alanındaki başarılara yatırım yaparken, bu başarıların toplumdaki içsel yapıyı, huzursuzlukları, yolsuzlukları, ve hukuksuzlukları gizlemeye yetmeyeceğini unutmamalıdır. Devletin hukuksuzlukla savaşı, onu teknolojik gücüyle maskelemesi, ancak devletin halkla olan bağını zayıflatmaktadır. Türkiye’nin ilerlemesinin, yalnızca teknolojik gelişmelerle değil, sağlam bir hukuk yapısı, adalet ve liyakat sistemiyle mümkün olacağını görmek gerekir.

Teknoloji, Devletin Gücü ve Toplumsal Meşruiyet Arasındaki İlişki

Teknoloji ve bilimsel başarılar, bir ülkenin gücünü gösterebilir, fakat bu gücün toplumdan meşruiyet alması gereklidir. SSCB, uzaya insan gönderebilirken, halkının yaşamını iyileştiremediği için yıkıldı. İran, füze üretimine milyarlarca dolar yatırırken, toplumun içindeki nefret ile bu teknolojiyi meşru kılamaz. Türkiye de aynı hatayı yapıyor: SİHA’lar, teknoloji, otomobil projeleri ne kadar parlatılsa da, toplumun huzursuzluğu, devletin dayattığı baskılar ve içsel çürümeyle yüzleşmek zorunda. Her üç devlet de, halklarının sorunlarını çözmeden teknolojik başarıyı bir kurtuluş aracı olarak görerek yanılgıya düşüyorlar.

Sonuçta, teknoloji tek başına bir ülkeyi ayakta tutmaz. Halkın desteğini ve güvenini kazanmak, toplumsal refahı sağlamak, hukukun üstünlüğünü tesis etmek gereklidir. Füze yapmak, devletin kudretini gösterir, ancak halkın gerçek güvenini kazanmak için adalet ve özgürlük gereklidir. Bir rejim halkını bastırarak, her türlü teknolojik parıltıyı kullanarak varlığını sürdüremez. Eğer halkın yüreğinde yer edinemezse, füze de, teknoloji de, nükleer güç de ona sadece geçici bir gösteriş sağlar.