Şimdi yükleniyor

Geç Bulunmuş Benlik: Türkiye’nin Gecikmiş Modernitesinde Bireyin Yersiz Yurtsuzluğu

Psikososyolojik Bir Tahlil ve Toplumsal Bir Eleştiri Denemesi

Giriş: Kendi Olmak Neden Bu Kadar Geç ve Bu Kadar Gürültülü?

Türkiye gibi geç kentleşmiş, hızlı ama kırılgan modernleşmiş, toplumsal yapısı hâlâ ataerkil, göçer geçmişi güçlü ama kentli geleceği hâlâ flu olan toplumlarda “kendi olmak” idealinden bahsetmek, Batı’daki bireyselleşme anlatılarının çok ötesinde bir tartışmayı gerektirir.
Burada “kendi olmak”, bir hakikate ulaşmak değil, çoğu zaman bir telafiye, bir geç kalmışlığa, bir boşluğu doldurma çabasına işaret eder.

Bu geç kalmışlık, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda kültüreldir. Çünkü bizde birey, hem geç doğar hem de doğduğunda “sırf kendi olduğu için” değil, “kime ait olduğu” üzerinden tanımlanır.

Sosyolog Norbert Elias’a göre birey ve toplum bir karşıtlık içinde değil, bir karşılıklı iç içelikte gelişir. Ancak bu iç içelik, Türkiye gibi geç modernleşen toplumlarda bireyin özneleşmesini engelleyen bir yapıya bürünür. Birey, toplumsal akışa değil, onu denetleyen küçük iktidar odaklarına sıkışır.

I. Aile-Klan-Mahalle Üçgeninde Sıkışan Benlik

Türkiye’de birey, kendilik deneyimini henüz kurumsal olarak da kültürel olarak da sahici bir zemine oturtamamıştır. Çünkü birey olmak, biz-olmaktan ayrılmayı, fakat bu ayrılığı kopuşa dönüştürmeden başarmayı gerektirir. Oysa Türkiye’deki aile yapısı, çoğu zaman bir klan mantığıyla çalışır:

Aile yalnızca sevgi ya da güvenlik sağlayan değil, aidiyetin şartlandığı,

Bireyin toplumsal değerini yalnızca ailesi üzerinden aldığı,

Ve kişinin kendi varlığını çoğu zaman “bizim çocuk” kalıbından çıkaramadan yaşadığı bir sistemdir.

Burada Fromm’un “otoriter karakter” kavramı devreye girer. Birey, kendi olmakla suçlu olmak arasında sıkışır. Otoriteye bağlılık, bireyin özgürlük arzusu ile suçluluk duygusu arasında sürekli bir çatışma yaratır.

II. Gecikmiş Kentleşme ve Bireyleşme: Aynı Yapısal Sorunun İki Yüzü

Türkiye’nin kentleşmesi, sanayi devriminden değil, 1950’lerden itibaren hızla artan iç göçlerden doğdu. Bu göçler fiziksel mekânı değiştirse de, kültürel ve zihinsel kodları aynı hızda dönüştüremedi.

Sonuç:

Şehirde yaşayıp köy gibi düşünen,

Apartman dairesinde oturup mahalle kontrolü uygulayan,

Modern görünüp ataerkil normlara bağlı kalan bireyler ortaya çıktı.

Bu dönüşümler, bireyi yeni kimlikler aramaya itti. Ama bu arayış çoğu zaman bir geç kalmışlık hissiyle yürüdü.

Özellikle orta yaş kuşağı için bu, ciddi bir içsel çatışmaya dönüştü:

“Ben bu yaşta kendim olabilir miyim? Yoksa hep başkalarının rolünü mü oynadım?”

Psikanalist Donald Winnicott’un “sahici benlik” ve “sahte benlik” ayrımı burada çarpıcı biçimde görünür hale gelir. Geç bulunmuş benlik çoğu zaman sahte benliğin yorgun kabuğundan çıkma çabasıdır.

III. Geç Bulunmuş Benlik: Kökü Kırılmış Bir Ağaç Gibi

Geç bulunan benlik, çoğu zaman köksüz bir şekilde filizlenmeye çalışır. Bu da üç sonucu doğurur:

  1. Narsisistik şişme:
    “Artık kendimim!” diyerek geçmişini, ailesini, toplumunu yok sayar. Bu, sahte bir özgürlük yanılsamasıdır.
  2. Sahte Farklılık:
    Kendi olduğunu göstermek için abartılı yaşam stilleri kurar. Oysa bu, görünme arzusunun yeni türmüdür.
  3. İçten Gelen Kırılganlık:
    Benliğin gecikmişliği, kişi fark etmese de bir eksiklik duygusu yaratır. Bu da ilişkilerden kariyere, çocuk yetiştirme tarzına kadar yayılabilir.

Psikiyatrist Viktor Frankl, anlamın geç bulunmasının insanı yıkmak değil, dönüştürmek üzere potansiyel taşıdığını söyler. Ama bu dönüşüm, yüzleşme cesaretiyle mümkündür.

IV. Kendilik Sömürüsü: Piyasanın ve Psikolojinin Ortak Tuzakları

Günümüzde “kendin ol” çağrısı, yalnızca bir psikolojik özgürlük söylemi değil, aynı zamanda kapitalist piyasanın da pazarlama stratejisine dönüşmüştür.

Kendin ol, ama yeni bir telefon alarak.

Kendin ol, ama online kurslarla “potansiyelini açığa çıkararak.”

Kendin ol, ama bunu gösterecek türden bir tür “kişisel marka” kurarak.

Jean Baudrillard’ın simülasyon teorisi burada hatırlanmalı: “Gerçek” olarak sunulan şey aslında bir temsilin temsili haline gelmiştir. “Kendi olmak” artık yalnızca görünür olmaktır.

Psikoloji de bu tuzağa düşebilir: Danışanlara “sen değerlisin, çünkü sensin” demek, bazen kendi olmayı içsel bir inşadan çok dışsal bir slogan haline getirir.

Sonuç: Gecikmiş Benliğe Merhamet, Topluma Gözlemle Bakan Bir Dil

Bu gecikmiş benlikleri küçümsemek değil, anlamak gerekir.
Her geç kalış, bir başarısızlık değil; bir bağlamın, bir toplumun, bir tarihin sonucudur.

“Geç geldim ama buradayım” diyen biri, sadece bireysel bir ifade değil, aynı zamanda toplumsal bir aynadır.

O halde ihtiyaç olan şey şudur:

Kendilik ideallerine şefkatli ama eleştirel bir gözle bakmak,

Bireyliği, toplumsallıkla çatıştırmadan yeniden kurmak,

Ve geç kalmış tüm “ben”lerin aslında birer toplumsal gecikme sinyali olduğunu görmek.

Pierre Bourdieu’nün habitus kavramı burada bir çapa sağlar: Geç bulunmuş benlik bile, ait olduğu toplumsal bağlamın içinde şekillenir. O hâlde eleştiri, yalnızca bireye değil, bireyi kuran zemine de yönelmelidir.