Şimdi yükleniyor

GECENİN KAYGISI: RÜYA

“İnsan, kocaman bir yaradır; ve bu yara bazen, geceleri, bir rüyanın içinde kanar.” Rubikon

Rüyaların Dili: Arzunun mu, Kaygının mı Tercümanı?

Sigmund Freud, rüyaların psikolojik yapısını açıklarken devrim niteliğinde bir iddiada bulundu:

“Rüya, bastırılmış arzunun gizli tatminidir.”

Ona göre zihnimiz, toplumsal veya ahlaki nedenlerle bilinçdışına ittiği arzularını, sansür mekanizmalarını aşarak rüyada imgeler ve simgeler yoluyla dışa vurur. Freud için rüya, doyurulamamış bir isteğin dolambaçlı anlatımıdır; bir arzunun tiyatrosudur.

Ancak bu açıklama, insan ruhunun acıya ve tehditlere verdiği karşılığı yeterince temsil etmez. Zira her rüya bir arzu değil, bazen bir felaketi önceden yaşamaya, bir kaybı simgesel olarak kontrol etmeye ya da duygusal bir felci çözmeye çalışır.

Bizim iddiamız şu:

Rüyalar çoğu zaman bastırılmış arzuların değil, bastırılamayan korkuların ve kaygıların sahnesidir.

Bu sahnede:

Yeni doğum yapmış bir annenin çocuğunu kaybetme korkusu, rüyasında çocuğunu bulamadığı senaryolarla belirir.

Zor mezun olmuş bir gencin okulun uzayacağına dair tedirginliği, tekrar sınavlara girdiği kabuslarla canlanır.

Uzun süre işsiz kalmış bir babanın tekrar işsiz kalma korkusu, onu iş görüşmesine geç kaldığı rüyalarla uyarır.

Sınırda görev yapan bir askerin ani baskın korkusu, siperlerin içinde geçen yoğun, karanlık ve boğucu rüyalarla belirir.

Bir hamile, düşük yapma korkusunu rüyasında kanla, kayıpla, düşmeyle veya çöken zeminle simgeler.

Bu örnekler, arzunun değil, hayatta kalmanın, sevdiklerini korumanın, varlığını sürdürmenin rüya yoluyla nasıl simgelerle anlatıldığını gösterir.

Rüya bu yönüyle sadece içimizdeki arzuların değil, aynı zamanda kırılganlığımızın, korkularımızın ve çaresizliğimizin dili haline gelir. Bu dil, bir uyarıdır; bir savunma biçimidir; hatta bazen rüya, kişinin bilinçli zihnine karşı ruhsal bir isyandır: “Daha hazır değilim.”

Bilimsel Zemin ve Psikolojik Dayanaklar

Modern psikoloji ve nörobilim, Freud’un arzu temelli yaklaşımını tümüyle dışlamasa da onu sınırlandırmıştır. Özellikle REM uykusu sırasındaki beyin aktivitesinin incelendiği çalışmalarda, rüyaların:

Duygusal bellek üzerinde düzenleyici bir rol oynadığı,

Tehdit simülasyonu içerdiği (Antti Revonsuo’nun Threat Simulation Theorysi),

Ve özellikle kaygı bozukluğu yaşayan bireylerde rüyaların daha yoğun ve olumsuz temalarda tekrarlandığı
görülmüştür.

Revonsuo’nun tezi, rüyaların evrimsel olarak tehlikeye hazırlık işlevi taşıdığını savunur. Yani rüyada kaçmak, düşmek, kaybetmek, gecikmek gibi temalar aslında bireyin hayatta kalma stratejilerini zihinsel olarak provaladığı senaryolardır.

Buna benzer biçimde, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) yaşayan kişilerde, yaşanmış travmaların rüyalarda tekrar etmesi, arzudan çok zihinsel iyileşme çabasının bir ifadesi olarak görülür. Rüya burada bir terapiye dönüşür, ama kişinin elinde değil, beynin derinlerine gömülmüş korkuların biçiminde.


Rüyalar, İçimizdeki Yara Yerinin Konuşmasıdır

Rüya yalnızca arzunun değil, kayıp korkusunun, başarısızlık ihtimalinin, sevdiklerimizi koruyamama acısının da dile geldiği bir içsel sahnedir. Rüyalar, bastırılmış bir arzudan çok daha fazlasıdır; onlar çoğu zaman açıkta kalan bir yaranın geceleri konuşmaya başlamasıdır.

Ve bu yüzden rüyaları anlamak, sadece içimizde neyi istediğimizi değil, neyi kaybetmekten korktuğumuzu, neyi taşıyamadığımızı ve nerede en çıplak halimizle kaldığımızı da anlamak demektir.