İÇSEL ÇÜRÜME VE DIŞA YANSIYAN YIKIM: KİERKEGAARD’IN VAROLUŞSAL TEŞHİSİ
“…dış dünyada hep haklı olmak ister; çünkü iç dünyasında kaybetmiştir.”
Bu cümle, Kierkegaard’ın varoluş felsefesinin merkezine yerleştirdiği “içsel hakikat” temasını içeriyor. Kendine dürüst olmamak, kişinin kendi vicdanını, iç sesini bastırmasıdır. Bu bastırma genellikle dış dünyanın beklentileriyle uyumlu yaşama arzusu yüzünden olur. Ama bu, bedensel değil, ruhsal bir çürümenin başlangıcıdır. Kindar insan, çoğunlukla haklı kalmak isteyen ama aslında içten içe haksızlığının farkında olan kişidir. Bu farkındalığı bastırmak için dışarıya saldırgan, kibirli ve bencil bir yüz takınır. Çünkü en çok kendine kızgındır.
“Öyle ki artık iç sesi yalnızca işine geldiğinde konuşur.”
Burada çürümenin bir sonraki evresi var: ahlaki seçicilik. İç sesin artık yalnızca “kâr” sağladığında ortaya çıkması, insanın kendi hakikatine karşı çıkarcılaşmasıdır. Bu, kişinin kendi içsel mahkemesini de yozlaştırdığı anlamına gelir. Doyumsuzluk tam da burada filizlenir. Çünkü kişi artık hiçbir iç ölçüye bağlı değildir; hep daha fazlasını ister, çünkü iç ses susmuştur. Tek ölçü kalır: “Ne kazandım?”
“Böyle biri, dış dünyada hep haklı olmak ister; çünkü iç dünyasında kaybetmiştir.”
Bu cümle neredeyse psikanalitik bir içgörü taşıyor. İç dünyasındaki savaşı kaybeden kişi, dışarıda sürekli onay ve zafer peşinde koşar. Çünkü kendini içeriden inşa edemeyen, dışarıdan yansıma ister. Kibrin ve kindarlığın temel motivasyonlarından biridir bu.
Gözlem: Böyle insanlar genellikle en küçük eleştiride öfkeye boğulur, çünkü eleştiri içteki o kaybedilmiş savaşı yeniden hatırlatır. Bu yüzden saldırganlaşır.
“Kibir, onun zırhıdır; bencillik, sapasağlam kalesi.”
İçerideki kırılganlığı örtmek için dışarıya takılan bu zırh ve kale, aslında derin bir korkunun ve güvensizliğin ifadesidir. Kibir, kişinin savunma mekanizması; bencillik ise diğerlerinden gelecek tehditleri uzak tutma çabasıdır. Ama sonuçta insan bu zırhın içinde yalnızlaşır.
“Doyumsuzluğu, hiçbir gerçeğin ona yetmemesindendir.”
Artık ne dışarıdan gelen övgü ne de maddi başarılar kişiyi tatmin eder. Çünkü içeride bir “eksik kendilik” vardır. Ve bu boşluğu hiçbir dışsal gerçek dolduramaz. Gerçeğe karşı duyarsızlaşmış bir bilinç, sürekli daha fazlasına yönelir — ama hiçbir zaman “yetmez.”
Psikolojik karşılık: Bu tür doyumsuzluklar genellikle narsisistik kişilik yapılanmalarında görülür. Sevgi almamış, onaylanmamış bir çocukluğun yankısı olabilir.
“Ve kindarlığı… işte o, bir zamanlar inandığı şeylerin enkazından kalan öfkenin adıdır.”
Kierkegaard burada belki de en çarpıcı teşhisi koyuyor. Kindarlık, sadece karşıya yönelmiş bir nefret değil; geçmişte inanılmış, umut bağlanmış, ama yıkılmış değerlere duyulan öfkenin adıdır. Bu kişi artık sadece insanlara değil, Tanrı’ya, hayata ve kaderine de kırgındır.
Teolojik boyut: Bu noktada kindarlık, sadece kişisel bir zaaf değil, neredeyse bir varoluşsal isyan hâline gelir. Bu kişilikteki biri için dünya düşmandır, çünkü dünya onun içindeki enkazın aynasıdır.
Yorum gönder