İki Kötünün Arasında Sıkışmak
Toplum, iki ideolojik totalite arasında sıkıştığında bireysel nevroz kolektif hale gelir.
Herkes aynı anda hem suçlu hem mağdur, hem inanan hem alaycı hale gelir.
Bu, devletin çizdiği sınırlar içinde kalmaya zorlanan bir çift bağ toplumudur.
Bir yanda Tanrı adına konuştuğunu iddia edenler, diğer yanda aklın tek meşru temsilcisi olduğunu sananlar vardır.
İkisinin de ortak noktası, kendi dışında kalan her sesi bastırma arzusudur.
Birinin putları ötekinin anıtlarına, birinin duası ötekinin marşına karışır; ama her iki dilin de altında aynı suskunluk yatar: insanın kendi sesine duyduğu korku.
Bu topraklarda birey, sürekli iki kötülükten birini seçmeye zorlanır.
Birini seçtiğinde diğerinin lanetine uğrar; her seçim bir suçluluk doğurur.
Devlet ise, üçüncü bir seçeneğin var olmasına izin vermez.
Çünkü üçüncü yol, ne ideolojik ne teolojik olanı, yani insanın kendi vicdanını hatırlatır — ve vicdan, hiçbir sistemin tahammül edemediği bir fazlalıktır.
Sonuçta toplum, tıpkı bastırılmış bir birey gibi nevrotikleşir.
Korkusunu imanla, yalnızlığını sloganla, çaresizliğini mizahla örter.
Gerçeği dile getirenler, “tarafını seç” diye sıkıştırılır; oysa tarafsızlık değil, taraf-ötesi bir bilince ihtiyaç vardır.
Ama o bilinç, doğduğu anda sistem tarafından hastalık ilan edilir.
Bu yüzden Türkiye’de delilik, çoğu zaman sadece aklın direniş biçimidir.
Aklını koruyanlar, ya ironinin arkasına sığınır ya da sessizliğin.
Çünkü bu ülkede düşünmek bile bazen taraf olmaktır — oysa insanın tarafı, kendi içindeki hakikattir.
Yorum gönder