İnsanın Kara Kitabı: Freud’u ve Bedri’yi Anlamak
“İnsan zihni, içindeki karanlıkla değilmiş gibi davranırsa, sonunda o karanlık olur.”
— Carl Gustav Jung
Bazı kitaplar, bir şeyi hatırlatmak için değil, bir şeyden kaçmak için yazılır. Prof. Malik Bedri’nin Müslüman Psikologların Çıkmazı adlı eseri, ilk bakışta bir “çağrı” gibi görünse de, dikkatle okunduğunda bu çağrının hakikatten çok, bir ideali yaşatma arzusu olduğu anlaşılır. Bedri, modern psikolojiyi eleştirirken Freud’un arzulara, bastırılmış dürtülere, travmalara odaklanmasını “varlık inkârı” olarak tanımlar. Oysa asıl varlık inkârı, insanın bütün gölgelerini görmezden gelen bir iyilik mitine sarılmaktır.
Malik Bedri, Freud’un teorilerini bir Tevrat okumalarının sekülerleştirilmiş hali olarak görür. Oysa kendisi de İslamî mirası referans alarak bir psikoloji inşa etmeye çalışmaktadır. Freud’un Yahudi kimliğinden gelen kültürel izleri bilimsellik dışı bulurken, Kur’an ve dua merkezli bir psikoloji modelini evrensel bir hakikatmiş gibi sunması, ciddi bir metodolojik çelişkidir. Başkasının kutsalı “ideolojik sapma”, kendi kutsalı “fıtrat” olarak görmek, en hafif tabiriyle bir çifte standarttır.
Bedri’nin gözünde insan, fıtrat üzere yaratılmıştır; saf, masum, dua eden bir varlıktır. Freud’un gözünde ise insan, arzularla, korkularla, bastırılmış dürtülerle yoğrulmuş; çocukluğundan itibaren bu çatışmalarla biçimlenmiş bir varlıktır. Hangisi gerçeğe daha yakındır?
Bir insan doğduğunda –ağlayan, aç, altına kaçıran, öfkelenen ve hiçbir şeyi paylaşmak istemeyen bir bebek olarak doğar. Bu yaratık, kendiliğinden ne iyi olur, ne adil olur, ne de dua eder. O, zamanla öğrenir. Kültürle, disiplinle, cezayla, sınırlarla. Kısacası fıtrat, Freud’un dediği gibi işlenmesi gereken bir hamur, belki de Bedri’nin düşündüğü gibi “masum” değil, tehlikeli bir potansiyeldir.
Burada ilginç bir parantez açmak gerek. Kur’an’a göre insan nasıl bir varlıktır?
Kur’an’a göre:
Acelecidir (17:11). Nankördür (22:66). Kendini yeterli görür (96:6-7). Hırslıdır, şikayetçidir, bencildir (70:19-21).
Ve ne tuhaftır ki bütün bu sıfatlar bir psikiyatrik tanı kitabında yer alsa, kimse yadırgamaz. Ancak bu sözler bir kutsal metinden, Kur’an’dan alınmıştır. İslam’ın tanrısı, insana karşı sadece merhamet ve sevgi değil; aynı zamanda “aşağılık” (95:5), “unutkan”, “nankör”, “inkarcı”, “sapkın”, “kendini yeterli gören” biri olarak da tanımlar. Bu tasvir, insanın hakikatiyle yüzleşmesini talep eder. Kutsal kitapta çizilen bu insan portresi, Freud’un klinik gözlemleriyle örtüşür: İdealleştirilmiş değil, bozulmuş bir varlık. Bu yüzden İslam’ın Tanrısı Allah da insanı sonsuz azapla, ateşle ve öfkeyle terbiye edebileceğini düşünür. Ödül olarak vaat ettikleri bile -körpe kızlar, şarap, döşek, yakut, yemek, nehirler ve hizmetçiler- insanın doğası hakkında çok şey ifşa eder.
Burada “fıtrat” denen fenomene biraz daha yakından bakalım.
Evet, fenomen demek yerindedir; çünkü fıtrat, doğrudan gözlemlenemeyen ama etkileriyle tarif edilen bir yapı olarak hepimizin zihninde dolaşır. İslamî anlatıda fıtrat, insanın içine doğuştan yerleştirilen iyilik, merhamet ve hatta tanrı inancı ile tanımlanır. Oysa insan dediğimiz varlık biyolojik olarak açlık, cinsellik ve korku üzerine kuruludur. Tüm bu medenileşme süreci —okullaşma, kentleşme, hukuk düzeni, ceza mekanizmaları— işte bu içgüdüsel doğayı zapt etmek, dizginlemek için vardır. Hatta Tanrı’nın sonsuz cehennem tehdidi bile, bu fıtrat denen şeyin ne kadar “güvenilmez” olduğunun itirafıdır. Eğer fıtrat saf iyilik olsaydı, cennet-cehennem dengesi bu kadar merkezi bir korku sistemine dayanmazdı.
Bugün Müslüman coğrafyasına baktığımızda, Bedri’nin idealize ettiği dua eden, kalbiyle yaşayan, fıtratını unutmamış insan tipinin ne kadar işe yaradığını sorgulamak gerekir. Dua eden toplumların yoksulluğu, adaletsizliği, şiddeti, yolsuzluğu, çürümüşlüğü ortada. Eğer dua, tövbe, fıtrat gerçekten insanın doğasına en uygun iyileşme biçimi olsaydı, bu topraklar Freud’un ruhsuz Batısı’ndan daha sağlıklı, daha huzurlu, daha barışçıl olurdu.
Ama öyle değil. Freud, Viyana sokaklarında rastladığı histerik kadınları anlatırken aslında sadece onları değil, hepimizi tarif etti: Bastırılmış travmalarıyla yaşayan, arzularından utanarak büyüyen, annesiyle ve babasıyla çatışarak kimlik geliştiren bir insanlık. Bu karanlık tablo, gerçekçi olabilir ama aynı zamanda öğreticidir. Çünkü acının yerini bilmek, iyileşmenin ilk şartıdır. Freud bu acının haritasını çizerken, Bedri onu “karamsar bir resim” çizmekle suçlar. Oysa asıl karamsarlık, gerçekle yüzleşmeye cesareti olmayanın sığındığı duadır.
Freud’un yaptığı şey, insanı çıplak bırakmaktır. Oidipus kompleksi, bastırılmış cinsellik, suçluluk duygusu… Bütün bunlar, içimizde var olan ama konuşmaktan korktuğumuz şeylerdir. Freud bu yüzden sevilmez, çünkü gösterdiği şey sadece gerçek değil, rahatsız edici gerçektir.
Bedri’nin sunduğu çerçevede ise dua, tövbe ve fıtrat, neredeyse terapötik araçlar gibi sunulur. Fakat bu araçlar, herhangi bir toplumsal ya da klinik veriye dayalı değildir. Deneyimle, istatistikle, gözlemle desteklenmeyen bir psikoloji; dua ve niyet gibi ölçülemez değerlerle şekillendirilmiş bir iyileşme modeli… Bu modelin bilim değil, inanç olduğunu kabul etmek gerekir. Ve psikoloji inançla değil, gözlemle ilerler.
Freud’un teorileri eleştirilebilir, eksiktir de. Ama bu eleştirinin karşısına masumlaştırılmış, idealleştirilmiş, kelimelerle parlatılmış bir insan tasavvurunu koymak, bilimsel değil duygusaldır.
Bedri, Freud’un insanı soyduğunu iddia eder. Ama biz biliyoruz ki Freud’un yaptığı şey, sadece insanın üzerindeki yalanları çıkarmaktır. Freud’un soyduğu insan çirkindir belki ama gerçektir. Bedri’nin giydirmeye çalıştığı kıyafet ise, gerçek insanı daraltır, sıkıştırır, nefessiz bırakır. Çünkü insan sadece dua eden bir varlık değildir. O aynı zamanda beddua eder. İsyan eder. Günah işler. Ve bazen, yalnızca bununla baş edebildiği için insan olur.
İşte bu yüzden, Freud eleştirisi yapmak kolaydır. Ama onun gösterdiği ayna karşısında dik durmak cesaret ister.
Ve eğer insanı anlamaya niyetliysek, onu dua kadar arzuya, tövbe kadar bastırmaya, fıtrat kadar patolojiye açmamız gerekir.
Yorum gönder