Kitlesel ve Siyasal Histeri
“Adap bilmez ahlaksızların yaptığı hürmetsizlik asla kabul edilemez. Mizah kisvesiyle yapılan açık bir kışkırtmadır. Alçakça bir provokasyondur. Küstahlık edenler bunun hesabını hukuk önünde vereceklerdir.” R. T. Erdoğan
Kitlelerin Öfkesi
”Bir kitleye mensup olması yüzünden insan, uygarlık merdiveninden bir basamak
aşağı iner. Yalnız bulunduğu zaman terbiyeli, aydın bir kimse iken, kitle halinde ise içgüdüleriyle hareket eden bir mahlûk, yani bir vahşidir. İlkel bir adamın kendiliğinden
(spontane) davranışına, şiddetine, merhametsizliğine, heyecanlarına ve kahramanlıklarına
sahiptir. Kelimelerle, tanımlamalarla kolay etki altında kalmak, en açık çıkarlarını ayakaltına
alabilecek davranışlara sürüklenebilmek yönüyle de, kitleye mensup olan bireyler ilkel
insanlara yaklaşırlar. Kitle içindeki birey, rüzgârın istediği gibi kaldırdığı kum taneleri
arasında, bir tek kum tanesidir.
Bu yönüyledir ki, üyelerden her birinin ayrı ayrı şahsen uygun bulmayacağı hükümler veren
jüriler; üyelerden her birinin ayrı ayrı reddedeceği kanunları kabul eden millet meclisleri
görülmüştür. Ayrı ayrı alındıkları takdirde Konvansiyonun adamları barışsever burjuvalardı.
Meclis halinde toplanınca, bazı öncülerin tesiri altında, en açık şekilde masum olan kimseleri
giyotine göndermekte gecikmediler ve bütün çıkarlarına aykırı olarak, dokunulmazlık
haklarından vazgeçerek, kendi kendilerini kırıp geçirdiler.” Gustave Le Bon
Günümüzün hızla değişen toplumsal yapısında, bir mizah dergisinin kapağındaki karikatür, birdenbire ulusal bir skandala dönüşebiliyor. Mizah, her zaman olduğu gibi, incitici ve alaycı bir biçimde varlık bulsa da, bu kez farklı bir boyut kazanıyor: Mizahın kışkırtıcı gücü…
Bir karikatürün ardından başlayan gerginlik, yalnızca birkaç çizgi ve kelimenin aşırılığı değil, aynı zamanda toplumun kendini parçalayan öfkesinin birikmiş hâlidir. Birçok insan, bu karikatürle özdeşleşmiş bir “saldırı” algısı yaratmakta zorlanmaz. “Adap bilmez ahlaksızların yaptığı hürmetsizlik asla kabul edilemez,” diyen bir liderin ağzından çıkan bu sözler, topyekûn bir öfke seferberliğini başlatan ateşi yakar.
Bir toplumda kitlesel histerinin nasıl politik bir araca dönüştüğüne tanıklık ediyoruz. Toplum, toplum olma bilincinden ziyade, bir oyuncak gibi manipüle edilen kitleye dönüşmektedir. Bu, aslında eski bir psikolojik süreçtir. Gustave Le Bon, Kitle Psikolojisi adlı eserinde, kitlelerin bireylerden farklı şekilde davrandığını ve bir liderin etkisiyle neredeyse kör bir inançla hareket ettiğini belirtmiştir: “Kitleler, bireylerin içindeki tüm mantıklı düşünceyi bir kenara bırakır, öfke ve korkuyla hareket eder. Onların bir hedefe yönlendirilmesi, güçlü bir liderin elinde, onları bir tür kör inançla harekete geçirebilir.”
Bu, tam olarak bu karikatür üzerinden şekillenen kitlesel histerinin anlamıdır. Mizah kisvesi altında yapılan bir “kışkırtma”, bazen çok daha fazlasını ifade eder. Gerçekten de, siyaset kitleleri provoke etmekte ve onların duygusal öfkesini sömürmektedir. Mizah bir aracıdır ve öfkenin patlaması, toplumsal bir histeriye dönüşür. Mizahın yarattığı gerginlik, bir anda her bireyi ‘ortak bir düşman’ peşinden sürükler ve bu durumda siyasetçilere yeni bir oyun alanı sunar: Kitlelerin öfkesini yönetmek.
Zihnin derinliklerinde yerleşmiş korku ve öfkenin tetiklendiği anlarda, siyaset bu duyguların hızla harekete geçebileceği bir mecradır. Karikatür bir suç unsuru olmaktan çok, toplumsal histerinin bir aracı haline gelir. Bu aracı iyi kullanan bir lider, kitlenin duygusal bağlarını sömürerek onları istediği hedeflere yönlendirebilir.
Faşist ve diktatör liderler, kitlesel histeri ve duygusal aşırılığı ustaca kullanarak kitleleri bir operatör gibi yönlendiren figürlere dönüşürler.
Sonuç olarak, mizahın ve siyasetle birleşen kitlesel histerinin dansı, toplumsal gerilimlerin nasıl büyütüldüğünü ve kitlelerin duygusal öfkesinin birer siyasi araç haline gelmesini gösterir. Bu örnek, kitlelerin, bireysel düşünceyi terk edip, hızla kolektif öfkeye kapıldığı ve bu öfkenin nasıl siyasi bir manipülasyon aracına dönüştüğünün açık bir göstergesidir.
Devlet Şurası’nda Napolyon şöyle diyordu:
“Vendee harbini kendimi Katolik yaparak kazandım, kendimi Müslüman gösterdikten sonra
Mısır’da yerleştim, kendimi Papa’nın nüfuzunu yaymaya taraftar (ultramontain) göstererek
İtalya’da papazları elde ettim. Eğer Yahudi bir kavme hükmetseydim Süleyman’ın mabedini
yeniden inşa ederdim.”
Yorum gönder