Şimdi yükleniyor

Kıyafet, Ruh ve Üniforma

Kıyafetler yalnızca bedenimizi örtmez, ruh hâlimizi de biçimlendirir. Askerî üniformanın içinde sert, kararlı, hatta acımasız görünen bir kadın; basmadan dikilmiş sade bir elbiseyle bir anda yumuşar, ponçik bir sevecenliğe bürünür. Aynı beden, aynı yüz, ama başka bir “ruh”.
Kıyafet, kimliğin sessiz dili gibidir — görünüşten önce his yaratır.

Nietzsche, İnsanca Pek İnsanca’da şöyle der:

“İnsan, maskeler olmadan yaşayamaz; her maske, kendine bir biçim vermenin aracıdır.”
Kıyafet de böyle bir maskedir; bazen korur, bazen gizler, bazen de yok eder. Üniforma ise maskenin kurumsallaşmış hâlidir: tek biçimli, tek sesli, tek renkli bir benlik.

Faşizmin ve komünizmin üniformaya duyduğu tutku boşuna değildir. Çünkü üniforma bireyselliği susturur, bedeni kolektife ait bir işarete dönüştürür. Hannah Arendt’in söylediği gibi:

“Kötülük çoğu kez sıradan insanların görev duygusuna sığınır.”
Üniforma tam da bu “görev duygusunun” dışsal kabuğudur; içinde insan değil, “emir” yaşar.

Oysa kıyafetin asıl gücü, ruhun özgürlüğünü dışa vurmasındadır. Kıyafet, insanın iç dünyasıyla toplumsal maskesi arasındaki sürekli müzakere alanıdır. Ne kadar sadeleşirse, o kadar sahici olabilir (insan); ne kadar kalıplaşırsa, o kadar yok olur (insan).