Korku, İnanç ve Mahalleler Üzerine
Bu topraklar için çok esaslı bir tespit var: Bir dine inanmak için ille de bir dine mensup olmak gerekmez. İnsanların bir ideolojiden, bir fikirden, bir kahramandan, bir siyasi partiden veya sıradan bir tekliften bile adeta din benzeri bir inanç sistemi yaratma kapasiteleri vardır.
Kemalistler, komünistler, İslamcılar, hepsinden bir parça alan modifiye Türkçüler… Bunların her biri birer ev, birer mahalledir. Bu mahallelerden birine sığındığınızda yalnız kalmazsınız; binlercesiyle birlikte kızar, sevinir, küfreder, slogan atar, dünyayı kurtarma planları yapar, düşmanlarınıza gününü gösterirsiniz.
Hatırlayınız: “Ev kira ama memleket bizim.” Müthiş bir itikat. Sizden olanlar mümin, geri kalanlar kafirdir. Hepsinin mümini ve kafiri vardır.
Dışarısı tekin değildir. Dışarı çıkarsanız hem tekfir edilip sürüden kovulursunuz hem de orada öcükler, böcükler sizi yer. Sistem böyle işler. Bu mahalle düzeni insana “biz ve onlar”, “benim gibiler ve olmayanlar” diye tüm toplumu tasnif etme gücü verir.
Bir İslamcıyı ya da Kemalisti aşağıladığınızda yumuşamaz; tam tersine daha radikalleşir. Yumrukları sıkılır, kaşları çatılır, hemen mevzilenirler. Hep bir olağanüstü hâl duygusu vardır. Normalleşmeyi ihanet sayarlar.
Peki mahallelerindeki her şeyi onaylıyorlar mı? Yok mudur şikâyetleri? Elbette vardır. Ama dışına çıkamazlar. Çünkü içerideki tanrı benzerlerinin onlara telkin ettiği şey şudur: “Dışarısı tehlikelidir, içerisi güvenlidir.”
Çok azı dışına çıkar. Ben mesela. Ben başkayım. Çünkü benden Kemalist olmaz — henüz o kadar delirmedim — benden bir İslamcı da olmaz, bir komünist de.
Biz, insanın kendini gerçekleştirmesinden yana, kimliğinden utanmayan ve kimsenin kimliğinden utanmayacağı, akla, mantığa, adalete dayalı bir düzenden yanayız. Bu dünyada güzel bir hikâye kurup öylece gitmek istiyoruz. Bir kimlik ve bir tanrı dayatmanın insanlık suçu olduğuna inanıyoruz.
Evet, ne Tanrı’ya, ne tanrı benzerlerine, ne de onlar adına konuşanlara eyvallahımız yok. Biz yaşamın kendisini seviyoruz, yaşamayı kıymetli buluyoruz. Her bir insanı tek tek değerli buluyoruz. İnançlar uğruna, bir fikir uğruna, hatta iyi bir fikir uğruna bile insanı, toprağı, zamanı işgal edenleri insanlık suçu işlemekle itham ediyoruz.
Bugün Kemalistlerin de, İslamcıların da tek geçim kapısı korkudur; korkutarak yaşatırlar. “Dışarı çıkarsanız sizi öcüler yer” diye kitlelerini korkuturlar. Ve bu korku işe yarar. Biz de farkında olmadan bu korkuyu besleriz: küfürle, kıyamet tellallığıyla, tehdit, şantaj, aşağılama ve öfkeyle. Oysa bu sadece mevzileri, kaleleri tahkim eder; başka hiçbir işe yaramaz.
İddia ediyorum: İslamcıların bugün, küfür ede ede destekledikleri siyasi partilerden kopamamaları, kendi mahallelerinin dışını güvenli görmemelerindendir. Ve bunda haksız değiller. Aynı şekilde Kemalistler de İslamcılara güvenmiyor; bunda da haksız değiller. Peki biz nasıl ve neden güvenelim bu iki mümin cemaate?
Ama bir şekilde deli cesareti gösterip dışına çıkanlar — mesela ben — tutunacak yer bulamıyor. Çok fazla yalnız kalıyorsunuz.
İnsanları aşağılamayın demiyorum; bunu demek yetmez. Elbette aşağılayamazsınız ama asıl mesele, onlara daha iyi bir teklif götürmektir. Kitlesel bir histeriyle mahalleleri tehdit ederek değiştiremezsiniz.
Bunu Gezi’de yaşadık. Keşke hatırlayan olsa… Ne çok yalvarmıştım, “Bu Gezi terördür!” diye. Milyonlarca insanı tehdit ederek, küfrederek, işyerlerini basarak, sokakları ve meydanları yakarak hangi semt, hangi kent özgürleşti?
Bu ektiğiniz kin, onlarca yıl başımıza bela olacak, dedim. Bu yırtılma çok ciddi bir kırılmadır, bir daha dikiş tutmaz, dedim.
Ben Gezi’yi Kadıköy’de yaşadım. O zaman ofisimiz Kadıköy’deydi. İkna odaları kimi ikna edebildi? Yüz yıllık taassup kimi ikna edebildi? Daha mı Türk olduk?
Ama bunu anlatmak gerçekten çok zor.
“Başkalarının zihinlerini değiştirmek zor iştir; çoğu kez, kendi zihnini değiştirmek bile yeterince zor gelir.” Epiktetos.
Yorum gönder