Mahremiyetin Çığlığı
“İnsan, hem gösterme hem de gizleme ihtiyacı olan tek canlıdır.”
— Georg Simmel
Çıplaklık Tecavüzdür.
Bir doktor, dekolteli bir hastayı muayene etmeyi reddetmiş. Olay, haberin kendisinden çok yarattığı tartışmayla büyüdü: kimine göre kadının özgürlüğüydü bu, kimine göre erkeğin yobazlığı. Biri “ahlaksız” dedi, diğeri “gerici.” Ama bana kalırsa bu tartışmada konuşulmayan, ama asıl konuşulması gereken kelime teşhircilik.
Teşhircilik sadece bir cinsel sapma değil; çağımızın ruhunu ele veren bir davranış biçimi. Sadece bedenler değil, hayatlar da teşhir ediliyor artık. Sosyal medyada, sokakta, ilişkilerde… Ve ben, bu dünyaya bakarken ürküyorum. Çünkü mahremiyetin kaybıyla birlikte aile dağılıyor, ilişkiler anlamını yitiriyor, erkeklik ve kadınlık birbirine karışıyor ve geriye yalnızlık kalıyor.
Ben dindar biri değilim. Tanımlı bir Tanrı’ya, peygambere ya da kutsal kitaba inanmıyorum. Ama yine de şunu hissediyorum: insanın bir sınırı olmalı. Çünkü sınır olmadan doğa da toplum da insan da varlığını sürdüremez.
Teşhir ve Mahremiyet
Sansürlediğimiz kelimeler var: küfrederken bile harfleri gizliyoruz. Çünkü toplumsal bir sınırın bilincindeyiz. Peki, yazarken sansürlediğimiz şeyi neden giyinirken sansürlemiyoruz?
İnsan maymun değil. Maymun gibi çıplak yaşayamıyor çünkü kendisiyle bile arasında bir perde, bir sınır var. Ormanda yalnız yürüse bile çıplaklığından utanıyor. Mahremiyet yalnızca toplumsal bir kural değil; doğanın insana kodladığı bir içgüdü. Ve bu içgüdü yok sayıldığında sadece estetik değil, ahlaki ve psikolojik dengeler de bozuluyor.
Nudizm ve Teşhircilik
Burada nudizm ile teşhirciliği de ayırmak gerekiyor. Nudizm, doğallık iddiasıyla çıplaklığı savunur; bedenin utanç değil, doğanın parçası olduğunu söyler. Ama nudizm bile kendi kuralları ve sınırları olan bir topluluk pratiğidir. Teşhircilik ise bundan farklıdır: orada amaç doğallık değil, bakış toplamaktır; başkasının sınırını zorlamaktır. Yani nudizm “çıplaklıkta eşitlik” iddiası taşırken, teşhircilik “çıplaklıkla üstünlük” arayışına dönüşür. Bugün sokakta, medyada, ilişkilerde gördüğümüz şey çoğu zaman nudizm değil, teşhirciliktir.
Özgürlük mü, Dayatma mı?
Kadının istediğini giymesi elbette bir özgürlük. Ama özgürlük başkasının alanına taşarsa hâlâ özgürlük mü olur, yoksa dayatma mı? Baudrillard’ın dediği gibi, modern dünyada beden artık bir “tüketim nesnesi.” Reklamlar, sosyal medya, moda… Hepsi insana “kendini göster” diyor. Ama “göstermek” ile “dayatmak” arasındaki sınır gittikçe siliniyor.
Toplumsal Çürüme ve Kaygı
Bugün aileler çıtır çıtır dağılıyor. Erkeklik ve kadınlık kavramları silikleşiyor. Çocuklar tek ebeveynle büyüyor, sahipsiz kalıyor. Zygmunt Bauman’ın dediği gibi, her şey “akışkan.” İlişkiler, bağlar, kurumlar… Mahalleler, kentler ve nihayetinde toplumun dokusu çözülüyor.
Ben muhafazakâr mıyım, bilmiyorum. Belki de sadece doğaya uygun olana özlem duyuyorum. Doğa, dengesini sınırlardan alır. Bir ağacın gövdesi kabuğuyla korunur. Bir evin duvarları mahremiyetin sınırıdır. İnsan da böyledir: mahremiyet olmadan çıplak kalır, hem bedeniyle hem ruhuyla.
Teşhircilik sadece bedensel bir tercih değil, modern dünyanın ruhunu açığa çıkaran bir işaret. Mahremiyetin kaybı, sadece bireysel değil, toplumsal bir felaketin işareti olabilir.
Benim kaygım şu: biz aileyi, toplumu ve insanı bu yolla tüketiyoruz. Kadınlığın ve erkekliğin anlamını kaybettiği, çocukların sahipsiz büyüdüğü, insanların yalnızlaştığı bir dünya kuruluyor. Ve ben bundan ürküyorum.
Özgürlük güzeldir, ama özgürlüğün en büyük gücü sınırla dengelenmesindedir. Çünkü sınır, insanı insan yapan şeydir.
“Kendi sınırlarını kaybeden insan, kendini de kaybeder.”
— Søren Kierkegaard
Edit: Amerikan Psikiyatri Derneğinin Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı, 8 tipik parafiliyi ve 7 tanımlanmamış parafiliyi içerir. En yaygın tipik parafililer arasında fetişizm, teşhircilik, röntgencilik, pedofili ve cinsel mazoşizm vardır.
Yorum gönder