OSMANLI’DA KÖLELİK: KAN VERGİSİ
”Bu yukarıda yazılan bütün Gürcistan ve Mikrilistan bağlanmış ve itaat etmiş olup her sene barış yenilemek için haraçlarına karşılık her kabileden kırkar ve ellişer erkek köle ve bakireler, beyaz mumlar, zerdeva ve sansarlar, [249b] biner çift tiftik çoraplar, padişah mutfağı için biner top paçavra astar bezleri ve türlü
türlü hediyeler ile elçiler gönderip Trabzon paşalarına bağlılıklarını bildirmek için ahidnâmeler yazılır. Hâlâ her sene Trabzon paşalarına Mikrilistan’dan elçilerle hediyeler gelir. Böyle Süleyman Han kanunu olmuştur.” Evliya Çelebi, Seyahatname
“Tatar askeriyle bu kadar ganimet malları İslâm ordusuna
gelmekle o kadar bolluk oldu ki bir at bir kuruşa, hiç evlenmemiş
bir bakire beş kuruşa ve bir genç sağlıklı köle altı kuruşa alınıp
satıldı.” Evliya Çelebi, Seyahatname
”Çünkü cariyeler, aslında satış suretiyle kendilerinde tasarrufta bulunulan bir maldır. Kişiyi zor durumda bırakan geçindirilmesi gereken kimseler ise ancak yerine getirilmesi gereken haklara sahip hür kadınlardır.” Nisa Suresi 3. Ayet, Kurtubî Tefsiri
Osmanlı’da Köleliğin Hukuki Statüsü ve Şer’i Dayanakları
Osmanlı İmparatorluğu’nda kölelik, İslam hukuku (fıkhı) temel alınarak meşrulaştırılmıştı. Savaşlarda esir alınan insanlar, “ganimet” kapsamında köleleştirilebiliyordu. Kur’an’daki “sağ ellerinizin malik olduğu” ifadesi, köleliğin İslam hukuku çerçevesinde kabul edilmesini sağlıyordu. Köleler, menkul mal olarak kabul edilir, alınıp satılabilir, miras bırakılabilir ve bağışlanabilirdi. Bu statü, kölelerin özgürlüğünü kısıtlar, fakat köleler belirli şartlar altında özgürleşebilirdi: efendisi tarafından azat edilme, bedelini ödeyip özgürlüğünü satın alma, ya da ölüm yoluyla.
Enderun ve Devşirme Sistemi: Kölelik mi, Kariyer mi?
Devşirme sistemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli bir sosyal yapısıydı. Bu sistem, Osmanlı’nın geniş topraklarından özellikle Hristiyan çocuklarının alınıp eğitilmesi ve İslam’a kabul edilmesi sürecini kapsıyordu. Bu çocuklar, sarayda, özellikle Enderun Mektebi‘nde eğitim alır, zamanla bürokratik ve askeri yüksek görevlerde kullanılırlardı. Bu sistem, kölelikten daha fazla bir kariyer sunuyor gibi görünse de, aslında devletin en yüksek kademelerinde yer alan bu insanlar da padişahın kuluydular. Birçok devşirme, sadrazamlık gibi en yüksek makamlara ulaşmış olsa da, sürekli bir sadakat ve hizmet bağımlılığı içerisindeydiler.
Devşirme (Kan Vergisi) ve Sınıfsal Yozlaşma
Osmanlı’da devşirme sistemi, özellikle Balkanlar’da Hristiyan tebaanın 8–18 yaş arasındaki erkek çocuklarının beş haneden biri esasına göre toplanarak Yeniçeri Ocağı ve Enderun Mektebi gibi kurumlara kazandırılmasıydı. Bu sistem, İslam’a uygunluğu tartışmalı olduğu için halk arasında “kan vergisi” olarak adlandırılmıştır.
Çocuklar, devlet memurlarınca fiziksel özelliklerine, zekâlarına ve potansiyellerine göre seçilirdi. Zamanla uygulamada yozlaşmalar yaşanmış, kimi zengin aileler kendi çocuklarının alınmaması için rüşvet vermiş; bunun karşılığında fakir ailelerin çocukları seçilmiştir. Hatta bazı durumlarda bir çocuğun “gönüllü” gibi gösterilerek zorla alındığı belgelenmiştir.
Bu uygulama, bir yandan Osmanlı elit sınıfının yeniden üretimini sağlarken, öte yandan Hristiyan halk arasında yıllar boyu sürecek bir korku, güvensizlik ve öfke bırakmıştır.
Devşirme Sisteminin Siyasi Rasyoneli: Çandarlı Travması
1453’te İstanbul’un fethinden hemen sonra Çandarlı Halil Paşa gibi köklü ve güçlü bir Türk vezirin idamı, Osmanlı için yalnızca bir iktidar değişikliği değil, aynı zamanda bir sistem tercihiydi. Halil Paşa, köklü bir aileden geliyordu ve kendi akrabaları, mülkleri ve yerel sadakat ağları vardı. Onun idamı, çevresinde infial yarattı.
Osmanlı sarayı, bu tür yerli ve nüfuzlu ailelerin sadakatini tehlikeli buldu:
- Yükselip güçlendiklerinde devlet içinde devlet haline gelebiliyorlardı.
- Öldürüldüklerinde ya da azledildiklerinde isyan ve ayaklanma riski doğuyordu.
- Yerel güç odaklarını merkezileşmeye engel olarak görüyorlardı.
Bu nedenle devşirme sistemine ağırlık verildi. Devşirme çocukları:
- Köklerinden koparıldıkları için yerel sadakat bağları taşımazlardı.
- Aileleri, akrabaları, aşiretleri olmadığı için yöneticiye doğrudan bağlı kalırlardı.
- Kullanışlı oldukları sürece yaşar, sonra bir gerekçeyle infaz edilir, mülklerine el konurdu.
- Kimse de “bu adamın arkasında kim vardı” demezdi. Devlet için risksiz, kontrollü bir elit üretimiydi.
Cariyelik ve Harem Sistemi: Cinsellik, Güç ve Kimlik
Osmanlı harem sistemi, hem Doğu hem Batı dünyasında efsanelere konu oldu. Oysa arkasında oldukça sert, kurallı ve köleliğe dayalı bir yapı vardı. Cariyelik sistemi, özellikle kadın köleliğinin Osmanlı’daki en görünür biçimiydi.
Cariyelik nedir?
Cariyeler, genellikle savaşlarda esir alınmış ya da esir pazarlarında satın alınmış kadın kölelerdi.
- Ev işlerinde çalıştırılır, eğitilir ve kimi zaman efendileriyle cinsel ilişki kurmak zorunda kalırlardı.
- Cariyelik hukuken köleliktir: Alınıp satılabilir, miras kalabilir, azat edilebilirlerdi.
Harem neydi, ne değildi?
- “Harem” kelimesi, Arapça “mahrem”den gelir; yani ‘korunmuş, yasak bölge’.
- Padişahın annesi (Valide Sultan), eşleri (kadın efendiler), cariyeleri ve kız çocukları burada yaşardı.
- Ama sadece bir “zevk ve cinsellik mekanı” değildi. Aynı zamanda saray içi eğitim, kadınlar arası iktidar mücadelesi ve bürokratik etki alanıydı.
Kölelikten saltanata: Hürrem örneği
Hürrem Sultan gibi cariyelikten hükümdarın nikâhlı eşi konumuna yükselen kadınlar oldu. Bu durum bazı gelenekleri altüst etti. Haremde yükselmek, zekâ, siyaset, sadakat ve padişahın gözünde ayrıcalık gerektirirdi. Ama unutulmamalı ki bu kadınlar başlangıçta köleydiler.
Cinsellik, kontrol ve üretim
Cariyelerin çocuk doğurması, padişah soyunun sürmesi açısından stratejikti. Ama aynı zamanda:
- Doğan her çocuk anneyi sarayda güçlü kılar,
- Diğer cariyelerle rekabete girilirdi,
- Valide Sultan ise bu düzenin gölge hükümdarı olurdu.
Yani cinsellik bir zevk değil, bir iktidar aracıydı. Kadınlar, erkekler gibi, devletin “hizmetinde”ydi; gönül değil, görev vardı çoğu zaman.
Afrikalı Köleler ve Hadım Ağalar: Irk, Hizmet ve Sessiz Güç
Osmanlı kölelik sisteminin en trajik ve az konuşulan yönlerinden biri, Afrikalı köleler, özellikle de hadım edilmiş zenci erkeklerdir. Bunlar çoğunlukla Sahra altı Afrika’dan getirilen, zorla kastre edilen (hadım edilen) ve saray hareminde ya da camilerde görev yapan erkeklerdi.
Zenci Hadım Ağalar Kimlerdi?
- Siyahî kölelerin çoğu kısırlaştırılmış olarak saraya alınırdı.
- Bu işlem çoğu zaman yaşatmayacak kadar sertti; çok azı hayatta kalırdı.
- Hayatta kalanlar, Harem-i Hümayun’un muhafızı yapılırdı: Kadınların bulunduğu bu “mahrem” alan, erkeklerden korunmalıydı. Hadım ağalar, bu açıdan uygun görülürdü.
Görev ve Güç:
- Zamanla Harem Ağası, hatta Başhadım Ağa, Osmanlı sarayında ciddi bir güç merkezi haline geldi.
- Valide Sultan ile yakın ilişkiler kuran hadım ağalar, entrikalar içinde hem bilgi taşıyıcı hem karar verici konuma gelebiliyordu.
- Bazıları büyük servet ve nüfuz elde etti, camiler yaptırdı, vakıflar kurdu (örnek: Hacı Beshir Ağa).
Irk ve Aidiyet:
- Zenci köleler genellikle alt kademelerde yer alsa da, ırkçı bir ideoloji sistematik şekilde işlenmiş değildi; Osmanlı pratiği, işlevselliğe göre ayrım yapardı.
- Ancak fiziksel özelliklerinden ötürü her zaman “öteki” konumunda kaldılar: Ne gerçek bir Osmanlı kimliği verildi, ne de tam olarak toplumla bütünleştirildiler.
Dilsiz Tanıklar:
Bu insanlar, Osmanlı’nın en mahrem alanlarının içinde oldular ama sesleri, yazıları, hikâyeleri yok. Onlar hem köleliğin hem sessizliğin sembolüydüler. Güç verdiler ama kendileri hiçbir zaman tam olarak görünür olmadılar.
Tanzimat ve Köleliğin Sonu: Kâğıt Üzerinde Özgürlük
Osmanlı İmparatorluğu’nda kölelik yüzyıllar boyunca meşru bir kurum olarak varlığını sürdürdü. Ancak 19. yüzyılda, özellikle Tanzimat reformlarıyla birlikte, uluslararası baskılar, modernleşme arzusu ve ahlaki eleştiriler, bu düzeni sorgulamaya açtı.
Uluslararası Baskılar
- İngiltere başta olmak üzere Avrupa devletleri, köle ticaretine karşı güçlü bir kampanya yürütüyordu.
- Osmanlı, bu baskıların etkisiyle kölelik karşıtı bazı düzenlemeleri kabul etmek zorunda kaldı.
- Özellikle Afrika’dan gelen köle ticareti hedef alındı.
Resmî Adımlar
- 1847: Zenci köle ticareti yasaklandı.
- 1854 ve 1857: Yeni yasaklamalar getirildi.
- 1889: Osmanlı, köleliğin kaldırılmasına dair Cenevre Konvansiyonu’nu imzaladı.
- Ancak bu adımların çoğu sadece ticareti hedef aldı; evlerdeki cariyeler, saraylardaki köleler varlıklarını sürdürmeye devam etti.
Gerçekten sona erdi mi?
Cumhuriyet döneminde bile bazı cariyelerin toplumda sessizce yaşadığı bilinir.
Fiilen kölelik 20. yüzyılın başlarına kadar devam etti.
Özellikle Anadolu’da ve Arap topraklarında cariyelik uzun süre sürdü.
Osmanlı Köleliği Batı’daki Kölelikten Farklı mıydı?
Bu soru, özellikle modern Osmanlı savunucuları tarafından sıkça ortaya atılır: “Bizdeki kölelik Batı’daki gibi değildi, daha insaniydi.”
Evet, bazı yönlerden farklılıklar vardı; ama bu farklar köleliği ahlaken meşru kılmaya yeter mi, orası tartışmalıdır.
Benzerlikler:
- Hem Osmanlı’da hem Batı’da köleler mülktü, yani alınıp satılabilir, miras bırakılabilir, cezalandırılabilirdi.
- Her iki sistemde de kölelik, büyük ölçüde ekonomik çıkarlar, sosyal yapı ve ideolojik kabuller tarafından sürdürüldü.
- Kadın kölelerin cinsel nesne olarak görülmesi her iki sistemde de yaygındı.
Farklılıklar:
Özellik | Osmanlı | Batı (özellikle Amerika) |
---|---|---|
Kölelerin kökeni | Balkanlar, Kafkasya, Afrika | Afrika kıtası |
Renk ayrımcılığı | Daha az sistematik | Irk temelli, yasallaşmış ayrımcılık |
Sosyal yükselme | Sadrazamlığa kadar yükselebilen “kul”lar vardı | Siyahî kölelerin yükselmesi neredeyse imkânsızdı |
Eğitim ve din | Müslümanlaştırma ve Osmanlı terbiyesi | Hristiyanlaştırma ama eğitim çoğu zaman engellenmiş |
Azat oranı | Özellikle cariyeler için yaygındı | Azat nadirdi ve yasalarla kısıtlanmıştı |
Ama…
Bu farklar, Osmanlı’daki köleliğin daha “insancıl” olduğunu söylemek için yeterli değildir. Çünkü:
“Kul”lar, yükselseler bile padişahın mutlak mülkü olmaktan çıkamazdı.
Köle, hâlâ kendi hayatı üzerinde karar veremez.
Cinsel sömürü, özellikle kadın köleler için sistematikti.
Kölelikten Sadrazamlığa: Devletin Zirvesindeki Kul Kimliği
Osmanlı’da sadrazamlık, sadece devletin en yüksek makamı değil, aynı zamanda en tehlikeli görevdi. Birçok sadrazam, kölelikten sadrazamlığa kadar yükseldikten sonra, padişahın sadık kulu olmaktan kurtulamazlardı. Sadrazam Karabekir Paşa ve Damat İbrahim Paşa gibi isimler, kısa süreli iktidarlarının sonunda idam edilmiştir. Sadrazamlar, sürekli olarak padişahın sadakatine bağlıydılar ve çoğu zaman güvensiz olarak görüldüklerinde görevden alınır, mallarına el konulurdu. Sadrazamların görev süresi genellikle kısa olmuştur; bazen sadece birkaç ay.
Öldürülen ve Malına El Konulan Sadrazamlar ve Vezirler
Osmanlı İmparatorluğu’nda toplamda 284 sadrazam (60 Kişiden fazla insan) görev yapmış, bu sadrazamların büyük bir kısmı iktidar mücadelesinin kurbanı olmuşlardır. Sadrazamların %15-20’si, görev sürelerinde idam edilmiştir. En dikkat çekici örneklerden biri Kara Mustafa Paşa‘dır. II. Viyana kuşatmasının başarısızlığı sonucu padişah tarafından idam edilmiştir. Sokollu Mehmed Paşa ve Damat İbrahim Paşa gibi sadrazamlar ise ya suikaste uğramış ya da halk isyanları sonucu öldürülmüşlerdir. Ayrıca, görevden alınan sadrazamların mallarına sıkça el konulmuş, bu durum sadrazamların iktidarlarının kırılganlığını bir kez daha ortaya koymuştur.
Sadrazamlık ve köle köken
Osmanlı tarihinin pek çok sadrazamı, çocuk yaşta devşirilmiş ve sarayda yetiştirilmiş “kul”lardan oluşuyordu. Bunlar arasında:
- Sokollu Mehmed Paşa (Sırp asıllı),
- Pargalı İbrahim Paşa (Yunan asıllı),
- Köprülü Mehmed Paşa (Arnavut asıllı),
- Damat İbrahim Paşa (Rum asıllı),
gibi devletin kaderine yön veren isimler vardı.
Yükselmenin bedeli
Bu insanlar zekâları, sadakatleri ve hizmetleriyle Osmanlı elitine katıldılar. Ama bu yükseliş:
- Kendi kimliklerini terk etmeleri,
- Evlenmelerinin, çocuk yapmalarının, özel hayatlarının denetim altında olması,
- Ve her an azledilme veya öldürülme riskine açık olmaları pahasına gerçekleşti.
Yani sadrazamlık, özgürlüğün zirvesi değil, devletin en üst düzey mülkiyet biçimiydi.
Öldürülen ve Malına El Konulan Sadrazamlar ve Vezirler: Osmanlı’nın Yıkılışına Kadar Görev Yapan Sadrazamlar
Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihinde sadrazamlık, sadece devletin en yüksek idari makamı değil, aynı zamanda en tehlikeli ve kırılgan görevdi. Sadrazamlar, zaman zaman padişahın sadık hizmetkârı olarak yükselmişken, çoğu zaman iktidar mücadelesinin kurbanı olmuşlardır.
Sadrazamların Görev Süresi ve Ölüm Durumları
Osmanlı İmparatorluğu’nda, toplamda padişahların yönetimi altındaki 400 yılı aşkın süre boyunca, 60’tan fazla sadrazam görev yaptı. Ancak bu sadrazamların birçoğu, görevdeyken azledildi, sürgüne gönderildi ya da idam edildi. Sadrazamların görev süresi genellikle kısa olmuştur; pek çok sadrazam, yönetim süresinin sonunda, ya suikaste uğramış ya da padişahın emriyle idam edilmiştir.
Sadrazamların İdam Oranı ve İstatistikler
- Sadrazamların %15-20’si, görev süreleri boyunca idam edilmiştir.
- Padişahın huzurunda öldürülmek, Osmanlı’daki sadrazamların başına gelen en dramatik olaylardan biridir.
- En dikkat çekici örneklerden biri Damat İbrahim Paşa‘dır. 1730’da Patrona Halil İsyanı sırasında idam edilmiştir.
- Köprülü Mehmed Paşa gibi önemli sadrazamlar ise ölümle tehdit edilseler de iktidarını büyük ölçüde koruyabilmiştir.
Öne Çıkan İdam Edilen Sadrazamlar
- Sadrazam Karabekir Paşa (1758): Yöneticilik yaptığı dönemde büyük bir prestij kazanmış, ancak bir dizi politik manevra sonucu idam edilmiştir.
- Sokollu Mehmed Paşa (1579): Enderunlu bir köle olarak başlayan hayatı, sadrazamlığa kadar yükseldikten sonra bir suikastle son bulmuştur.
- Kara Mustafa Paşa (1683): II. Viyana Kuşatması’nın başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, padişah tarafından idam edilmiştir.
- Damat İbrahim Paşa (1730): Patrona Halil İsyanı sırasında, halkın öfkesine kurban gitmiştir.
- Halil Paşa (1812): Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile olan ilişkiler nedeniyle, İstanbul’a döndüğünde başına gelenleri önleyememiş ve idam edilmiştir.
Sadrazamların Malına El Konulması
Osmanlı’da sadrazamlar çoğu zaman büyük servetler edinmişti. Ancak görev süresinin sonunda, padişah tarafından “güvensiz” olarak görüldüklerinde, sadece canlarından değil, mallarından da mahrum bırakıldılar.
- Bu, sadece idam edilen sadrazamlar için geçerli değildi. Azledilen sadrazamlar da mallarını kaybedebilirlerdi.
- Sadrazam İbrahim Paşa‘nın mal varlığına el konulmuş, ancak sonrasında mülkleri geri verilmiştir.
Sadrazamların Görev Süreleri
Sadrazamların görevde kalma süreleri ortalama olarak kısa idi. Bazı sadrazamlar yalnızca birkaç ay görevde kalırken, bazıları ise uzun yıllar boyunca görev yapmıştır. En uzun süre görevde kalan sadrazamlardan bazıları şunlardır:
- Köprülü Mehmed Paşa: 1661-1676 yılları arasında 15 yıl boyunca sadrazamlık yapmıştır.
- Sokollu Mehmed Paşa: 1565-1579 yılları arasında 14 yıl süresince sadrazamlık görevini yürütmüştür.
Osmanlı Köle Pazarları:
- İstanbul: Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti ve ticaret merkezi olan İstanbul, köle ticaretinin de en önemli noktalarından biriydi. Burada Mısır Çarşısı gibi ticaret merkezlerinde kölelerin alım satımı yapılırdı. İstanbul’daki köle pazarları, sadece Osmanlı sınırlarında değil, aynı zamanda çevre ülkelerden gelen köleler için de önemli bir merkeziyet oluşturuyordu. Burada Afrikalı köleler, Balkanlardan gelen köleler ve özellikle Kafkasya ve Rusya’dan gelen köleler alınıp satılıyordu.
- Konya: Konya, Osmanlı’da önemli bir kültürel ve ticari merkezdi. Aynı zamanda Orta Anadolu’nun da en büyük şehirlerinden biri olduğundan, köle ticaretinin yapıldığı yerlerden biriydi. Karadeniz üzerinden gelen köleler ve Anadolu’nun iç bölgelerinden gelen esirler burada ticaretini yapabiliyordu. Konya’daki köle pazarları, bölgesel olarak yoğunlaşmış bir köle trafiği sağlıyordu.
- Erzurum: Erzurum, Osmanlı’nın doğusunda stratejik bir merkezdi. Burada da Balkanlardan, Kafkasya’dan ve İran’dan gelen köleler alınıp satılıyordu. Erzurum, özellikle Tarihi Erzurum Köle Pazarı ile biliniyordu ve burada da kölelerin ticareti aktifti.
Köleliğin Çocuklara Yansıması:
- Annenin Köleliği: Osmanlı’da köleliğin belirleyici unsuru, annenin köle olup olmamışına dayanıyordu. Yani, eğer bir kölenin annesi köle ise, çocuğu da köle olarak kabul edilirdi, ancak babası köle değilse, çocuğun durumu genellikle annenin köle statüsüne bağlıydı.
- Babadan Kölelik: Eğer baba köle ise, çocuk köle sayılmayabiliyordu. Osmanlı’daki bazı uygulamalara göre, babanın köle olması durumunda, çocuk özgür doğabilirdi. Bu da köleliğin tamamen anne köleliğine bağlı olmasının bir sonucuydu.
- Kölelerin Çocukları ve Azat Edilme: Eğer köle bir kadın, sahibinden azat edilirse, çocuğu da onunla birlikte özgürleşebilirdi. Azat edilen kölelerin çocukları, artık köle sayılmıyorlardı.
- Haremdeki Durum: Cariyeler (köle kadınlar) ve padişah eşleri arasında da benzer bir durum vardı. Eğer bir cariyenin çocuğu padişahtan olursa, bu çocuk genellikle haremde yüksek bir statüye sahip olabiliyordu. Bu durumda, çocuğun özgürlüğü, tamamen padişahın kararına ve cariyenin statüsüne bağlıydı.
Kölelikten Doğan Çocuklar ve Statüsü
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki kölelik sisteminde, bir kölenin çocuğu, genellikle anne köle ise köle kabul edilirdi. Anneye dayalı kölelik (matrilineal kölelik) olarak adlandırılabilecek bu sistemde, eğer kölenin annesi köle ise, çocuğu da otomatik olarak köle sayılırdı. Ancak babanın köle olup olmaması, çocuğun kölelik statüsünü belirlemede genellikle etkili değildi. Bu durum, köleliğin kendi içinde belirli bir statü hiyerarşisi oluşturmuş ve kölelerin çocuklarının da bu sisteme entegre olmasına neden olmuştur.
Buna ek olarak, köle bir kadın azat edildiğinde, onun çocuğu da özgürleşebilirdi ve bu da köleliğin ortadan kalkmaya başlamasının önemli bir göstergesiydi.
“Çocuk mühürleri” ya da “çocuklara mühür vurulması” uygulamasıdır.
Osmanlı’da köle olarak satılan çocukların ticari takibi ve satışının belgelenmesi için, satıldıklarında üzerlerine ya da belgelerine resmî mühür (damga) basılırdı. Bu da onların “kayıtlı meta” olduklarını gösterirdi.
Ancak Tanzimat sonrasında, bu çocuk kölelerin mühürlenmesi ve satışı yasaklanmıştır.
Osmanlı’da Köle Fiyatları – Yüzyıllara Göre
Yüzyıl | Köle Türü | Fiyat (yaklaşık) | Notlar |
---|---|---|---|
16. yüzyıl | Rus cariye | 16.500 akçe | Üsküdar bölgesinde |
16. yüzyıl | Eflak cariye | 33.000 akçe | Güzellik ve yaşa göre değişirdi |
17. yüzyıl | 8 yaş Çerkez kız | 2.000 kuruş altı | Genç, bakire kızlar |
17. yüzyıl | Arap cariye (17 yaş) | 1.500–2.000 kuruş | Evli Çelebi’nin aktardığı fiyatlara uygun |
19. yüzyıl | Beyaz kadın cariye | 20.000–30.000 kuruş (ortalama) | Güzel ve yetenekli olanlarda 60.000+ kuruş |
19. yüzyıl | Afrikalı erkek köle | 900–4.000 kuruş | Yaşa ve beceriye göre değişiyordu |
19. yüzyıl | Beyaz erkek köle | 3.000–10.000 kuruş | Nadir bulunur, bazen devlete alınırdı |
1857’ye kadar | Gümrük vergisi | %9 | Örn: 8.000 kuruşluk köle için 792 kuruş vergi |
Edit: Kısa Bilgiler:
- İlk Sadrazam: Alaeddin Paşa (Orhan Bey dönemi, teknik olarak “vezir” unvanı taşır).
- İlk resmî “Sadrazam” unvanlı kişi: Çandarlı Halil Paşa (I. Murad dönemi).
- En uzun süre görev yapan sadrazam: Köprülü Mehmed Paşa’nın oğlu Köprülü Fazıl Ahmed Paşa (1661-1676).
- Görevde en kısa kalan sadrazam: Bazı kişiler sadece birkaç saat ya da gün görevde kalmıştır (örneğin, 19. yüzyılda Mehmed Emin Âli Paşa’nın bir ataması 1 gün sürmüştür).
- En fazla sadrazam değiştiren padişah: II. Abdülhamid (33 yıllık iktidarında 30’dan fazla sadrazamla çalıştı).
İlginç Not:
Son Osmanlı sadrazamı: Ahmet Tevfik Paşa (1922’de görev yaptı, aynı zamanda Osmanlı’nın son hükümet başkanıdır).
Bazı sadrazamlar birden fazla kez bu göreve getirilmiştir. Örneğin, Köprülü ailesi, birkaç kuşak boyunca sadrazamlık yapmış bir hanedan gibi işlev görmüştür.
Yorum gönder