Pornografi ve Algoritma
(Bel Altında Notlar)
Yıllarca pornografinin erkek egemen bir şey olduğunu sandım. Daha doğrusu bize öyle öğretildi: Arzuyu erkek duyar, bastırması gereken de odur. Kadın, ya arzu nesnesidir ya da arzuyu reddeden ahlak bekçisi. Ama şimdi her şey tersine döndü. Sosyal medyanın sonsuz ekranında, artık arzunun öznesi gibi davranan ama aslında yine nesne olarak kodlanmış milyonlarca kadınla karşılaşıyorum.
Ve tuhaf olan şu: Bu kadınlar artık saklamıyor. Gülerek, oynayarak, twerk yaparak, kendi bedenini “meme”e çevirerek ya da çocuk gibi davranarak cinsel imalarla sahne alıyorlar. Utanmak ortadan kalktı. Ama ben bunun bir özgürlük değil, bir oyun alanı olduğunu görüyorum. Sahne onların değil. Sahnede gibi duran onlar. Ama oyunun kurallarını algoritmalar yazıyor.
Kadınlar, görünür oldukça daha çok tıklanıyor. Tıklanma oldukça daha çok para kazanıyor. Para kazandıkça daha çok açılıyor. Açıldıkça takipçileri artıyor. Takipçi arttıkça “sınır” denen şey yok oluyor. Ve tüm bunlar olurken, kadın özgürleştiğini sanıyor. Oysa ekran özgürlük değil, bir vitrin.
Şehvet, seks, cinsellik, kadın ya da erkek bedeni kötü, ayıp, suç değildir.
Hiçbir duygu kötü değildir.
Her duygu ve beden harikadır.
Bir duyguyu kötü yapan şey, bizim o duyguyu nasıl yaşayıp şekillendirdiğimiz, o duyguyla ne yaptığımız, nasıl uyum sağladığımızdır.
Bana öyle geliyor ki, kadının pornografikleşmesi bir tercih değil, bir düzenlemenin sonucu. Bu düzende kapitalizmle libido kol kola. Artık kadınların çoğu bedenini “kullanıyor” değil, sistem bedenlerini kullanıyor. Kadınlar yalnızca algoritmaların istediği şeyi yapıyor:
- Meme göster.
- Dans et.
- Küçük çocuk gibi davran.
- Kıvırt.
- Meyveyi, sebzeyi, mikrofonu cinsel bir nesne gibi tut.
- Sonra bunu “şaka” gibi göster.
- Sonra “kendine güven” de.
Bu komedi kisvesi altındaki pornografi, özellikle kadınlar üzerinden yürütülüyor. Erkekler artık eskisi gibi teşhirci değil çünkü teşhirde hâkimiyet kadınlara geçti — görünüşte. Oysa hâkimiyet ekranın öteki tarafında. Ve belki de en acı olan şu:
Kadınlar görünür oldukça daha çok izleniyor, ama aslında daha çok izlenir hale geldikçe görünmezleşiyorlar.
Gerçek kayboluyor. Arzu, bir iç deneyim olmaktan çıkıp bir izleyici performansı haline geliyor. Ve bu sahnede kadın ne kadar çok arzulanırsa, o kadar az arzu edebilir hale geliyor.
Çünkü sistem, kadının arzularını değil, erkeklerin beklentisini ön plana çıkarıyor. Arzunun yönü bile tek taraflı: Kadın kendini gösteriyor ama erkek hiçbir yerde yok. Çünkü sistem, erkeğe sadece bakmayı veriyor. Erkek arzuyu tüketiyor. Kadın ise arzunun kendisiymiş gibi davranıyor.
Ve bu yüzden artık pornografi diye izlediğimiz şeyler, pornografi bile değil. Bu bir teşhir kapitalizmi. Bu, “arzunun ibadeti” değil, onun istismarı.
Doğu ve İkiyüzlü Ahlak
Biz doğuya hep ahlakın, haya ve edebin coğrafyası olarak baktık. Gözlerimizi kapatıp dua ettiğimiz yön orasıydı. Doğu demek, aileydi. Namustu. Mahremlikti. Tesettürdü. Gelenekti. Ama sonra internet açıldı. Uydular döndü. Sosyal medya aktı. Ve buharlaşmayan bir gerçekle yüzleştik:
En karanlık pornografi içerikleri, en çok “ahlak savunuculuğu” yapılan yerlerden çıkıyordu.
Kimi zaman başı örtülü, kimi zaman ağzı dualı, kimi zaman “helal” etiketiyle…
Kimi zaman da çocuklu.
Evet, çocuklu.
Çocuk pornosu için Tayland’a gidiliyordu.
Hayvan pornosu Hindistan’dan, Nepal’den geliyordu.
Endonezya, Malezya, Pakistan…
Dışarıdan bakıldığında muhafazakâr kimliğiyle tanınan ülkelerde, içeride başka bir karanlık akıyordu.
Oysa bize öğretilen, Batı’nın çürümüş olduğuydu.
“Orada aile kalmadı,”
“Kadın erkek karışık yaşıyorlar,”
“Onlarda utanma yok,”
“Onlarda sınır yok.”
Ama görüyoruz ki sınır, sadece sözle korunmaz.
Sınır, görünmeyen bir ahlak duvarıdır.
Ve o duvar, lafla değil, tutarlılıkla örülür.
Doğu’da muhafazakârlık çoktur, ama iç denetim azdır.
Batı’da inanç sistemleri çözülmüştür belki, ama kurallar daha net işler.
Doğu’da günah bastırılır, saklanır, sonra inkâr edilir.
Batı’da günah açık yaşanır, adına günah bile denmez, ama görünürdür.
Doğu’da suç dış düşmana yüklenir.
Batı’da suç içsel bir hesaplaşmaya çağırır.
Doğu’da “bize yakışmaz” denir ama yapılır.
Batı’da “herkesin hakkıdır” denir ve yaşanır.
Bu yüzden Batı’da günah sistemlidir,
Doğu’da günah sinsidir.
Ben hiçbir Avrupa ülkesinden “hayvanla yapılmış bir şaka videosu” bile görmedim.
Ama sosyal medyada öyle “şaka”lar izledim ki, utançtan elimle ekranı kapattım.
Bir köpeğin diliyle alay ederken cinsel göndermeler yapan bir kadın…
Bir muzu dudağına tutup videoya çeken bir çarşaflı genç…
Çocukla ilişki iması yapan “gizli kamera” şakaları…
Ve bunlar sadece eğlence değil, normalleştirme aracı.
Bize hep “Batı ölüyor” dediler.
Ben de buna inandım bir zaman.
Ama şimdi diyorum ki:
Belki Batı ölüyor, ama Doğu çürüyerek yaşıyor.
Ve çürüyen şey sadece beden değil, utanma duygusu.
Utanma, Doğu’da bir gösteriye dönüştü.
Kızarmak değil, kızarmış gibi yapmak.
İtiraf değil, inkâr.
Ve işin en trajik yanı:
Bu çürümenin üstüne “ahlak”, “gelenek”, “inanç” yazıyoruz.
Ve sonra hayvana, çocuğa, kendi bedenimize ihanet ediyoruz.
Doğu’nun en büyük sorunu pornografi değil.
Doğu’nun en büyük sorunu, onu üretip sonra da “Bizde olmaz” diyerek gözünü kapatması.
Ve bir gün bu ikiyüzlülük, bu söz-eylem çelişkisi, kendi gençliğini dinden, gelenekten, aileden soğutacak.
Aile ölüyor.
Batı’nın Saydam Günahı
Batı hakkında ne öğrendiysek önce küçümsedik.
Aile yokmuş.
Kadınlar sokaktaymış.
Erkekler sapıtmış.
Toplumlar çökmüş.
Ebeveynler arkadaş olmuş.
Çocuklar kendi cinsiyetini seçiyormuş.
Ve hep dediler ki:
“Batı’daki bu özgürlük, aslında büyük bir çürümenin işaretidir.”
Ama sonra başka bir gerçekle yüzleştik.
Batı’da cinsellik açık yaşanıyor, evet. Ama cinselliğin düzeni, kapsamı ve etiketi var.
Kimsenin kimseye zorla dokunması hoş görülmüyor.
Hayvanla ilişki diye bir “şaka” yok.
Çocuğa bakmak bile cezai mesele.
Rıza, kimlik, yaş, görüntü paylaşımı… Hepsi kayıt altında.
Çünkü Batı günaha günah demez belki, ama onun sistematiğini kurar.
İyi-kötü ayrımını hukuka, psikolojiye, kamusal hassasiyete taşır.
Yani Batı’da günah, saydam bir şekilde dolaşır.
Üstü örtülmez.
Saklanmaz.
İnkâr edilmez.
Doğu’nun gizlediği, Batı’da bir belgeye bağlanır.
Doğu’nun bastırdığı, Batı’da terapide konuşulur.
Doğu’nun inkâr ettiği, Batı’da içerik uyarısıyla paylaşılır.
Ve belki de bu yüzden, Batı’nın “çürümüş” denen hali,
daha az hastalıklı, daha az sapkın, daha az patlayıcıdır.
Çünkü Batı günahla yaşamayı öğrenmiş;
Doğu ise onu tanımadan yargılamaya çalışıyor.
Ve biz şimdi o Batı’dan öğreniyoruz.
Filtrelemeyi, sınır koymayı, “hayır” demeyi…
Ama hâlâ anlamıyoruz:
Cinsellik bastırıldığında değil, denetlendiğinde sağlıklıdır.
Batı bunu sistemleştirdi.
Ve biz hâlâ yasakla terbiye etmeye çalışıyoruz.
Ama insan bastırılanı değil, yönetileni yaşatabilir.
Yeraltından Yükselen Arzu
Dostoyevski, Yeraltından Notlar‘da insanın en gizli dürtüsünü anlatır: aklına rağmen arzulara saplanma.
İnsan bazen iyiliği istemez.
Bazen mantıklı olanı reddeder.
Bazen karanlığa meyleder.
Çünkü o karanlık, özgürlük gibi gelir.
Bugün dijital çağın “yeraltı notları”, arama motorlarının geçmişindedir.
Kapalı gruplardadır.
Anonim hesapların mesaj kutularındadır.
Herkes görünürde düzgün,
ama herkes görünmez bir arzu makinesidir.
Bir tür “çift karakter” dönemi yaşıyoruz:
Gündüz kamusal kimliğimizle, gece dijital kimliğimizle var oluyoruz.
Bir yanda sevap, öbür yanda sekme sekme pornografi.
Bir yanda “ahlak”, öbür yanda “fantezi”.
Bir yanda dua, öbür yanda ifşa.
Bu çelişki artık bireysel değil, toplumsal bir yarık.
Ve bu yarıktan dışarı taşan her görüntü, bize şunu fısıldıyor:
İnsan bastırdığı şeyle değil, inkâr ettiğiyle zehirlenir.
Bugün toplumsal cinsellik, ahlak, mahremiyet tartışmaları artık ideolojik değil, nörolojik ve kültürel bir meseledir.
Cinsellik sadece yatakta yaşanmıyor.
Dilimizde, gözümüzde, kameramızda, mizahımızda, dansımızda, emoji seçimimizde, hatta sebze kesiş biçimimizde bile cinsellik var.
Ama onu anlamak, konuşmak, yönetmek yerine hâlâ ya ayıp diyoruz ya normal deyip geçiyoruz.
Oysa belki de artık şu soruyu sormanın zamanı geldi:
Bu çağda “pornografi” nedir?
Sadece çıplaklık mı?
Yoksa çıplak duyguların şeffaflığını da içerir mi?
Sadece cinsellik mi?
Yoksa görsel haz, güç, kontrol, teşhir ve onay ihtiyacının birleştiği bir psikolojik alan mı?
“Bel Altında Notlar” işte bu soruların notudur.
Duygularını bastıranların değil, bastıramadıklarını gösterişle normalleştirenlerin dünyasındayız.
Bir belin inceliğiyle başlayan süreç, insanlığın merkezine kadar sokulmuş durumda.
Oradan vuruluyoruz.
Oradan bölünüyoruz.
Ama hâlâ umut var:
Arzuyu düşmanlaştırmadan, onu anlamak mümkün.
Ahlakı vitrin olmaktan çıkarıp, içsel bir dengede yaşatmak mümkün.
Kadınla erkeği, doğuyla batıyı, gelenekle moderni birbirine karşı değil, birbirinden öğrenir hale getirmek mümkün.
Yorum gönder