SEKÜLERLİĞİN GÖNÜLLÜ KATILIMI: SİYASAL İSLAM
“Modernite, kutsalı sürgüne göndermez; onu evcilleştirir.”
— Charles Taylor
Köyden kente göç, yalnızca mekânsal bir değişim değildir. Bu, aynı zamanda varoluşun yeniden kurulduğu bir temaslar zinciridir. Özellikle Türkiye gibi, modernliğin hem yukarıdan devlet eliyle dayatıldığı hem de zamanla aşağıya doğru halk tarafından benimsenerek gönüllü şekilde içselleştirildiği toplumlarda, sekülerleşme çok katmanlı bir olguya dönüşmüştür.
Yıllar içinde gözlemlediğim şu ki, artık silah zoruyla, yargı dayatmasıyla değil; birkaç AVM, biraz sosyal medya, azıcık “özgürlük” ve kariyer beklentisiyle sekülerlik gönüllü bir tercih hâline gelmiştir. Bu seçim bilinçli midir, yoksa gündelik hayat içine gizlenmiş bir ikna mı? Uzun yıllardır bu sorunun cevabını arıyorum.
- Temas ve Merak: Sekülerliğin İlk Nefesi
Köyden çıkan birey, ilk kez kentte tek başına kalır. Artık sadece kendi ailesiyle değil, farklı mizaçta, fikirde, inançta insanlarla temas hâlindedir. Bu temas ilk başta merak uyandırır. Kitaplar, kavramlar, kafeler, kampüsler, karşılıklı sohbetler, karşılıklı bakışlar… Her biri yeni ve celbedici. Din, ahlak ve gelenekle kurulmuş eski kaleler, artık merakla delinmeye başlar.
Bu temas, itikadı değil belki, ama ameli yavaş yavaş değiştirir. Modernliğin teklifleri reddedilmez bir heyecanla kabul görmeye başlar. Çünkü modernlik, “yasak”ı değil “özgürlüğü” vaat eder. Ve bu vaade ilk adım genellikle sessiz, içten ve merakla atılır.
- Tüketim ve Dönüşüm: Nesneyle Gelen Değişim
Okul biter, iş bulunur, para kazanılır. Bu para sadece midemizi değil, yaşadığımız semti, oturduğumuz evi, kullandığımız mobilyayı, girdiğimiz mağazayı, yediğimiz yemeği değiştirir. Ve eşya da bizi değiştirir.
Koltuk takımından telefon markasına, Spotify’daki playlist’ten Netflix’teki dizilere kadar tüm tercihler, bir kimlik dönüşümünün taşıyıcısı olur. Zira insan, eşyanın sadece sahibi değildir, aynı zamanda onun sürekli maruz kalanı ve şekilleni haline gelir.
- Gönüllü Sekülerleşme: Zorla Olmadı, Sevdirerek Oldu
Kemalizmin yargı ve ordu yoluyla yapmak istediği sekülerlik, çoğunlukla tepkiyle karşılandı. Ancak kapitalist modernliğin sunduğu sekülerlik başka bir yoldan, gönül yolundan geldi. Aileden bağımsız bir hayat, birey olma hissi, özgürlük düşleri, “kendin ol” lafları, kariyer umutları… Bunlar zorbalık değil, davetkârlık içeren caydırıcılıklardı. Ve büyük oranda kabul gördü.
Bir AVM’ye girmek ya da bir influencer’ı takip etmek, artık siyasi bir taraf değil, gündelik bir tercih gibi sunuldu. Oysa bu tercihler, kimlik ve inanç düzenini karşıdan karşıya geçiren gizli köprülerdi.
- İtikad ile Amel Arasındaki Uçurum
“Mümin kaldık” diyenlerin büyük bölümü, gündelik tercihleriyle tam anlamıyla modernist bir yaşama kaydı. Cuma namazından çıkıp hafta sonu brunch’ında alkol seçenler, Kur’an halkasından çıkıp Tinder’da kaydırmaya devam edenler, orucun yanında Netflix sezonlarını tek seferde tüketenler…
Bu paradoksu sadece ikiyüzlülükle açıklamak yetersiz olur. Bu, aynı zamanda kimliksel bir çatallanmadır. İtikatta mümin kalma gayreti ile amelde modern olma arzusu arasında kalmış bir kuşağın hikâyesidir bu.
Bu bağlamda “çift kimliklilik” ya da daha ileri düzeyde “çift ahlaki yaşam” kavramı gündeme gelir. Kendisini hem dinî değerlere bağlı hisseden, hem de modernliğin bütün alışkanlıklarını özgürlük adına kabullenen birey, aslında iki ayrı düzenin kodlarını aynı anda taşımaya çalışmaktadır. Bu da zamanla içsel yorgunluk, kimlikte çatlak ve sahicilik krizine yol açar.
- Kültürel ve Cinsel Devrim: Geç Kalınmış Hız
Yüz yıl önce erkeklerde başlayan sekülerleşme, kadınlarda ancak son 20 yılda hızla yaygınlaştı. Üstelik bu yayılım çok daha hızlı ve kapsamlı oldu. Daha dün denilecek kadar yakın bir zamanda; topuklu ayakkabı, parfüm, kot pantolon, kadın sesi, TV dizisi, musafaha, flört, kitap okuyan kız çocuğu gibi meseleler “haram” başlığı altında tartışılan, dert edinilen konulardı. Bugün ise neredeyse hiçbiri tartışma konusu bile değil.
Kültürel devrim sona erdi; cinsel devrim de tamamlanmak üzere. Artık kadınlar da, tüketim kültürüne ve seküler modernliğe erkeklerden farklı olmayan bir hızla adapte oluyor. Bu da toplumun genel seküler dönüşümünün artık son aşamalarına geldiğini gösteriyor.
- Sonuç: Modernlik, En Etkili Misyoner
Modernlik, sadece bir yaşam biçimi değildir; aynı zamanda en etkili değiştirme aracıdır. Zorla değil, sevdirerek ikna eder. Yaşam standartlarını yükselterek, “hakkım bu” dedirtir. Böylece sadece ahlaki sistemleri değil, inancı da yeniden biçimlendirir.
Bugün geldiğimiz noktada, birçoğumuz için sekülerlik bir ideoloji değil, normalin ta kendisidir. Ve bu normal, nesnelerin, çevrelerin ve arzuların ortaklaşması yoluyla insanı içten içe yeniden dokur.
Zorla olmaz sanılan ne varsa, en fazla istenilen şey hâline geldiyse, belki de en derin dönüşüm odur. Bu yüzden bugünün sekülerliğine bakarken, sadece yasa ya da devlete değil, kendi gönlümüze ve arzularımıza da bakmak gerek.
Yorum gönder