Şimdi yükleniyor

SİYASAL İSLAM VE SİYASAL KEMALİZME REDDİYE

“Aslında her fikir yansızdır, ya da öyle olmalıdır. Ama insan onu canlandırır, alevlerini ve cinnetlerini yansıtır ona. Saflığını yitirmiş, inanca dönüştürülmüş fikir, zaman içinde yerini alır, bir olay çehresine bürünür; mantıktan sara hastalığına geçiş tamamlanmış olur… İdeolojiler, doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar.”
— Emil Cioran, Çürümüş Zihinler

Doğa, insanın hayret edeceği bir düzen sunar. Suyun akışı, ağacın kökleri, uzayda yol alan bir gezegenin sessizliği, bir bebeğin kokusu… Bunlar, insanın doğasında olan hayret ve sevgiyi uyandıran unsurlardır. Bu hayret, insanı büyütür, ona kendini aşma isteği verir. Ancak bu hayret ve sevgi, zamanla dini dogmaların içinde hapsedilmeye çalışılır. Kiliseler, havralar, camiler… İnançlar şekil değiştirdikçe, insanın doğasına uygun olan bu sevgi, bazen kin ve öfkeye dönüşebilir. Eğer bu dogmalar iyi niyetle ortaya konuyorsa, yine de mantıksız olabilir; kötü niyetle ise tehlikeli ve delice olur.

Her fikir, başlangıçta nötrdür, fakat insan onu kendi içsel dünyasındaki alevlerle şekillendirir, ve bu fikir zamanla bir dogmaya, bir inanca dönüşür. İdeolojiler, bir zamanlar basit bir düşüncenin ürünü olan kelimeler, nasıl bir toplumsal yapıyı, hatta nasıl bir yaşam biçimini dayatır hale gelir? Zamanla bu fikirler, mantıklı düşüncelerden saparak, bir sara hastalığına dönüşür. Bu, hem bireyin hem de toplumun özgürlüğünü yavaşça kısıtlar, çünkü insanlar artık bu dogmalara karşı çıkmaktan, onlara farklı bir gözle bakmaktan korkar hale gelir.

Kemalizm ve İslam, özgürlüğün varlık alanlarını daraltır. Her ne kadar bu ideolojiler özgürlüğü savunduğunu iddia etse de, bu savunular yalnızca “münlerinin” özgürlüğünü kapsar. Kemalizmde, Türkler; İslam’da ise erkekler, toplumun efendileri olarak kabul edilir. Diğerlerinin özgürlüğü, bu mutlak doğrulara göre şekillenir. Bu kurgunun özü de, bir insanın kendi kimliğini, kendi düşüncesini özgürce ifade etmesinin engellenmesidir. Eğer özgürlük herkese aitse, o zaman neden bir ideolojiye, bir kimliğe, bir Tanrı’ya gerek duyulmaktadır? İnsan, kendi özgürlüğü ve kimliğiyle var olabilirken, neden bir başka kimliği, bir başka inancı kabul etmek zorunda bırakılmalıdır?

Bir kimlik ve bir Tanrı dayatan her sistem, diktatörlüktür. Diktatörlükler insanı “şeyleştirir”. İnsan, yalnızca bir figür, bir araca dönüştürülür. Herhangi bir ideoloji, onu savunan insanın içsel huzurunu ve özgürlüğünü hiçe sayarak, onu bir makineye dönüştürür. Bu ideolojiler, insana “doğru”yu, “hakikati” dayatarak, onu düşündürmeyi ve sorgulamayı reddeder. Kişinin düşüncesi, ona dayatılan mutlak doğrulara uymak zorunda kalır; sorgulamak, direnmek, özgür olmak bir suç haline gelir.

Sonuç olarak, özgürlük sadece bir ideolojiye bağlı olmak değildir. Özgürlük, bireyin kendi düşüncesini, kendi kimliğini ve kendi değerlerini oluşturmasıdır. Kimseye dayatılmamalıdır. Eğer bir toplum gerçekten özgürse, her birey kendi yolunu seçme hakkına sahip olmalıdır. Ne Kemalizm, ne de İslam, bu özgürlüğün teminatıdır. Özgürlük, her şeyden önce bireyin kendi içindeki doğruyu aramasıdır. Herhangi bir dışsal baskıya, ideolojiye ya da Tanrı’ya boyun eğmeden, insanın kendi gerçeğini bulma yoludur. İşte bu gerçek özgürlük, her ideolojinin ve inancın ötesindedir.