Şimdi yükleniyor

Tanrı mı, Put mu?

Tanrı fikriyle put fikri arasında ne fark vardır?

Bu soru, ilk bakışta bir küfür gibi algılanabilir. Çünkü “Tanrı” deyince aklımıza aşkın, ezeli ve ebedi, yaratıcı ve yargılayıcı bir kudret gelirken, “put” deyince taş, tahta, metal ya da heykelden ibaret bir tapınma nesnesi belirir zihinlerde. Oysa meseleye sadece biçim üzerinden değil, psikolojik, tarihsel ve teolojik derinliğiyle bakarsak, fark sandığımız kadar net değildir. Hatta, yer yer tamamen silikleştiği bile olur.

İnsan neden bir puta tapar?

Çünkü korkar. Çünkü yalnızdır. Çünkü bir ses duymak, bir yön görmek, bir anlam bulmak ister. Çünkü sınırlıdır. Çünkü kaybeder. Çünkü ölüm fikriyle baş edemez. Çünkü oğlu hasta, karnı aç, kalbi kırılmıştır. Bu nedenle insan, kendinden büyük bir güce yönelir. Put bu gücün simgesidir; taşıdığı anlamdır esas olan. Yani put, biçimsel değil, işlevsel bir varlıktır: Yardım istenir, tazim edilir, kurban sunulur, ceza ve ödül ondan umulur.

Peki ya Allah?

Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi İbrahimi gelenekler, kendilerini putperestlikten ayırmak için büyük bir iddia taşır: Tanrı tektir, aşkındır, yaratandır, doğmamıştır, benzeri yoktur. Hiçbir puta benzetilemez. Bu, kuramsal olarak doğrudur. Ama pratikte insanın Tanrı’yla kurduğu ilişki, putla kurduğu ilişkiden çok da farklı değildir çoğu zaman. Tazim ederiz, kurban veririz, koruma dileriz. Öfkelenen bir Tanrı’dan merhamet umar, bizi değil düşmanlarımızı cezalandırmasını bekleriz. Yani Tanrı’yı sever gibi değil, pazarlık yapar gibi severiz.

Bir pagan, savaş kazansın diye tanrısına dua eder.
Bir Müslüman, düşmana karşı Allah’tan zafer ister.
Bir Aztek, kuraklık bitsin diye insan kurban eder.
Bir dindar, çocuk sahibi olmak için adak adar.

Eylem aynı. Niyet aynı. Umut aynı. Korku aynı.

Fark nerede?

Belki teoridedir. Çünkü Tanrı’nın puttan farkı, onun zamana, mekâna, forma, hisse, eksikliğe tâbi olmamasıdır. Fakat insan, zihniyle sınırlı olduğu için, aşkın olanı zihnine indirger. Tanrı’ya kendi diliyle, kendi acısıyla, kendi arzularıyla yaklaşır. Böylece Tanrı, zamanla bir yüce put hâline gelir. Herkesin putu kendine Tanrı olur. İslam geleneğinde bile Hz. İbrahim’in “put kırıcı” oluşu, sembolik bir hatırlatmadır: Tanrı’ya giden yolda her şey put olabilir, hatta Tanrı’ya dair tasavvurun bile.


Bugün putlar, artık taş ya da tahta değildir.
Putlar ideolojidir, devletlerdir, liderlerdir, ekranlardır, kurumsal dinî yapılardır.
Ve en büyük put, Tanrı adına konuşan dildir.
Çünkü insanı Tanrı’ya değil, Tanrı adına kendisine kul eder.

Belki de asıl soru şu olmalı:
İnandığımız şey gerçekten Tanrı mı, yoksa yalnızca kendi korkularımızdan yapılmış kutsal bir figür mü?
Yani biz Tanrı’ya mı ibadet ediyoruz, Tanrı’nın adını verdiğimiz bir puta mı?