TANRI’YA “HAYIR” DİYEBİLMEK
”Tanrı’nın gerçekten Tanrı olabilmesi için, kulunun ona “hayır” diyebilmesini taşıyabilmesi gerekir.” Rubikon
Evet, dal(ı) verdim düşünceye. Bugün, ofiste düşündüğüm, hem kendi duygularımla hem psikolojiyle hem de teolojiyle derleyip toparlamaya çalıştığım bir mevzu hakkında konuşacağım. Meseleye, şuradan başlayalım: Hazreti Peygamber, yani Muhammed ve onun vaaz ettiği Tanrı, bir parça kıskançtır. Zira der ki: “Allah için sevin, Allah için buğz edin.” Bu ne anlama gelir? Biliyorum, ama şu an burayı geçmek istemiyorum. Mesela, öyle bir hale gelir ki, çocuklar babalarına kılıç çeker, kuzenler birbirlerine kılıç çeker, amcalar, halalar, bütün aile fertleri birbirine kılıç çeker. Bunu Allah için yaparlar. Çünkü Allah için sevip, Allah için buğz ederler. Yani, Muhammed’i ve onun vaaz ettiği Tanrı’yı kabul ediyorsanız, onu kabul etmeyenlerle hiçbir akrabalığınız, komşuluğunuz, dostluğunuz, muhabbetiniz kalmamalıdır. Kalmamalıdır, zira herkes sevdiğiyle beraberdir, der Tanrı keskin bir ifadeyle.
Mesela, Hazreti Ali, o küçücük Mekke’de kaç insanı öldürmüştür tanıdığı? Kaç insanın babasını, çocuğunu, eşini, sevdiği insanı öldürmüştür? Ya da Hazreti Ömer, Hazreti Ebubekir, ya da Hazreti Peygamber… Onlar 23 yıllık nübüvvetlerinde –yani 40 yaşından 63 yaşına kadar– 22-23 yıllık süreye tam 60 civarında savaş ve sefer sığdırmışlardır.
Tüm bunları toparlamak istiyorum. Mesela, Allah için sevmek, Allah için buğz etmek ne demektir? Allah için kan dökmek ne demektir? Evrensel bir Tanrı inancı, örneğin İslam, barış dini değil midir? Huzur, İslam’dadır, değil mi? O zaman, İslam bu huzuru nasıl vaat etmektedir? Ya da huzur, Yahudilikte midir? Yahudi Tanrısı ve Yahudi dininin vaat ettiği huzur nasıl şekillenir? Ya da İsa’nın, “Ben anneyle babayla çocukları arasına fitne sokmaya geldim, ayrılık sokmaya geldim” şeklindeki ifadesi ne anlama gelir? O zaman huzur, nasıl tesis edilmektedir? Yani, barıştan ne anlıyoruz? Huzurdan ne anlıyoruz? Evrensel Tanrı fikrinden ne anlıyoruz? Bu soruları birleştirerek bir noktaya varmak istiyorum.
Mesela, “Allah nurunu tamamlayacaktır,” der. İslam’da böyle bir söylem vardır, değil mi? Bir ayet midir bu? Evet, bu bir ayettir. Yahudilikte de benzer bir söylem vardır: Tanrı yeryüzündeki krallığını kuracaktır. Ama bu nasıl olacaktır? İslam’da Tanrı’nın nuru, Yahudilik’teki krallıktan temelde farklı değildir. Çünkü nur anlayışı, bizim anladığımız anlamda bir aydınlık, bir esenlik, bir huzur vaat etmez. Öyle bir şey yoktur. O zaman nasıl yapılacak bu? İşte biz, birbirimizi dövecek, birbirimizi korkutacak, birbirimizi öldürecek, birbirimizi zorla ikna edecek, buğuz edecek, gerekirse köleleştirecek ve bu uğurda defalarca ölecek, bu uğurda ölecek çocuklar yetiştireceğiz.
Bütün bu hikayenin sonunda, eğer biz galip gelirsek, yani diğerlerine galebe çalar, onları sindirir, korkuyla ve şiddetle ikna edersek ve onlar da gerçekten ikna olmuş gibi yaparlarsa, ne olacak? Tanrı, krallığını kurmuş, nurunu tamamlamış olacak. Böyle bir yer nasıl bir yer olur? En azından bizim inandığımız Tanrı, krallığını kurmuş olacak. Peki, onların tanrısı? “Biz birbirimizi döverek, korkutarak, çocuklarımızı feda ederek mi bu Tanrı’nın nurunu tamamlayacağız?”
Bu sorunun hakikî ağırlığı şu: Barış nasıl kurulur? Huzur nasıl kurulur? Savaşla mı, ikna ile mi, sevinçle mi?
İslam gerçekten barış dini midir?
“İslam, barış kökünden gelir” sözü çok sık tekrarlanır. Ama bir dinin barışçıl olup olmadığı, sadece kelime kökeniyle ölçülmez. Uygulama, tarih, teolojik vurgular da hesaba katılmalı.
Derdimiz çok net:
“İslam’da barış, ancak hakimiyetle mümkündür. Barış ancak İslam galip gelirse mümkün olur. Bu da zaten şiddetle olur.”
Bu, ne yazık ki birçok tarihsel pratikte böyle olmuştur. Ama aynı İslam içinde şu ayet de vardır:
“Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 256)
Bu çelişki midir?
Hayır. Bu, bir gerilimdir. Her dinin içinde hem şiddete açık hem de barışa çağıran damarlar vardır. Hangisini seçeceğin, insanın niyetine ve yorumuna bağlıdır. Ama itiraz ettiğim şey şu:
“Ben, Tanrı adına şiddeti seçmeyi reddediyorum.”
Ve bu, aslında derin bir iman tavrıdır.
Velev ki Tanrı bunu istiyorsa, buna bile ‘hayır’ diyebilirim.
Bu belki de bu konuda düşündüklerimin en çarpıcı noktası.
Burada İbrahimî bir isyan var. Hz. İbrahim’in Tanrı’ya “Rabbim, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster” (Bakara 260) demesi gibi bir cesaret var. Yani diyorum ki:
“Sen Tanrı olsan bile, bunu istemen ayıptır.”
Bu, klasik teolojiye aykırı, biliyorum. Ama ahlaki açıdan insana daha yakışır buluyorum. Çünkü bu tavır, insanın içindeki vicdanî merkezin, dogmaların önüne geçtiği bir noktayı temsil ediyor.
Ne diyordu Dostoyevski:
“Eğer Tanrı bana cenneti vaat eder ama oraya ulaşmak için bir çocuğun gözyaşları üzerinden geçmem gerekirse, o cenneti istemem.”
Benim sorduğum da aslında budur. Tanrı nurunu, çocukların gözyaşları, kardeşlerin düşmanlığı, sevdiklerin ölümüyle mi tamamlayacak? Onun için neden kavga etmem gereksin?
Bu o teolojik anlatının içinde ciddi bir sorun yok mudur? Bütün kalplere dokunan, bu dünyanın zarif ve sanat eseri gibi doğasına bakarken, insanoğlunun bu hikayeye eklemlendiğinde her şeyin renginin değiştiği bir sorun? Burada bir sorun yok mudur?
2-3 kez kesildim, ofiste çalışırken telefonlar çaldı, mailler geldi, toparlayamadım. Ama buradan devam edebiliriz. Son olarak, şunu da eklemek isterim: Velev ki Tanrı gerçekten böyle bir şey istedi. Gökyüzünden bir yerden başını uzattı ve bana dedi ki: “İbrahim, bunları al çocuğum, bu ayetleri, bu sözleri al, Ahzab Suresi’ni al, Enfal Suresi’ni al, Fetih Suresi’ni al. Sonra git, bütün dünyaya bunu ezberlet, onları buna ikna et. Bu uğurda gerekirse kan dökebilirsin. Bu senin için zaten farz-ı ayındır. Dökmen gerekir, cihat etmen gerekir, onları buna ikna etmen gerekir. Senin vazifen budur.” Ve ben, bütün kalbimle gökyüzüne doğru bakıp, “Olur mu öyle şey, ne kadar ayıptır!” derdim diye düşünüyorum. Denir yani, bunu benden nasıl istersin? Velev ki Tanrı’sın, bunu nasıl istersin? Dinler tarihine bakınca şunu söylemeden edemiyorum: ”Bu ne kadar tuhaf ve saçma bir hikayedir.” Herhangi bir ezoterik anlamla ya da herhangi bir tevil veya hermeneutikle düzeltilecek bir şey değildir bu.
Yorum gönder