TASARIM HATASI: Zihin Yıldızlara, Beden Mağaraya Ait
TASARIM HATASI: Zihin Yıldızlara, Beden Mağaraya Ait
GİRİŞ
Hamdi Hoca’nın paylaşımı, daha önce birçok vesileyle düşündüğüm bir konuyu tekrar hatırlattı: Kötülük, tasarımda vardır. Yani doğanın kurgusunda ve yazılımında kötülük mevcuttur. Kötülük, bilinçli bir niyetin sonucu değildir. Neymiş efendim, herkes doğuştan iyiymiş… Hayır, iyi doğmaz. İnsan, kötülük yapamayacak kadar aciz doğar; ama tüm kötülükler zaten onun tasarımında mündemiçtir.
Eğer bir Tanrı’ya inanıyorsanız — tüm senaryonun O’nun tarafından yazıldığına, ondan habersiz bir tek yaprağın bile düşmeyeceğine inanıyorsanız — o zaman tasarımdaki şiddeti, vahşeti, pornografiyi de görmek zorundasınız. Zira tüm doğa böyledir.
Sinirbilimci olmasına rağmen, yıllardır sinirbilim konuşmak yerine aralıksız din anlatan oldukça tuhaf biri var. Çalıştığı kurum, parayla diploma dağıtıyor. O kurumdan mezun birine rastlarsanız, derdi hemen anlarsınız. Neyse…
Onun meşhur bir önermesi var: “Fabrika ayarlarına dönmek.” Ki bu da çalıntıdır ama konumuz bu değil.
Peki nedir, Hafız? “Fabrika ayarı” dediğin şey nedir?
Hayatta kalmak için; yemek, beleş seks ve güya “yaşam” adına cinayet işlemeyi kahramanlık zanneden bir manyaklıktır. Tanrıyla konuştuğunu sanan bir zihin sapmasıdır. Çocuk kurban eden, ölü eti yiyen bir yamyamlıktır.
Doğaya baktığınızda göreceğiniz Tanrı, vaizlerin kürsülerde anlattığı “Tanrı” aynı değildir.
Kaç kez anlatmayı denedim, artık hatırlamıyorum.
Ama bir kez daha yazmayı ve düşünmeyi denedim.
Bilginin ışık hızıyla yayıldığı bir çağdayız. Herkes her şeyi biliyor gibi görünüyor; ama bu bilgi, çoğu zaman çileyle yoğrulmamış, bedeli ödenmemiş, sadece ezberlenmiş cümlelerden ibaret. “Avcı-toplayıcı reflekslerle yaşıyoruz” cümlesi mesela… Bu ifade, ilk duyduğunda insana derinlikli gelir. Ama üzerinde düşününce, bizi sadece o döneme götürmek yerine, onlardan nasıl farklılaşabileceğimizi de sorgulamak gerekir.
Zira sadece reflekslerle yaşıyor olsaydık, sanat, bilim, felsefe gibi zihinsel dünya tasarlanamazdı. İnsan zihni, son birkaç bin yılda, yazının icadından itibaren büyük bir sıçrama yaşamış durumda. Düşünme kapasitemiz, anlatma becerimiz, soyutlama yeteneğimiz olağanüstü boyutlara ulaştı.
Ama bedenimiz orada değil. Bedenimiz hâlâ taş devrinin hormonlarıyla hareket ediyor. Beynimizin limbik katmanları, hâlâ bir düşman, bir av, bir tehdit, bir sürü refleksiyle çalışıyor. Yani bir asenkronizasyon içindeyiz: zihnimizle bedenimiz arasında zaman uyumsuzluğu var.
Bunun en çarpıcı örneği testosterondur. Bu hormon, evrimsel süreçte hayatta kalmamızı sağlayan bir öğe olabilir. Ama bugün, azalmasına rağmen etkisi sürüyor. Sadece biyolojik olarak değil, kültürel olarak da testosteronla zehirlenmiş durumdayız. Bu zehir, birçok erkek için dozu geçmiş ama etkisi sümüklü bir maddenin varlığı gibi: yok ama orada.
Agresyon, öfke, kavgacılık, savaşçılık… Bunlar belki ilk çağlarda faydalıydı ama bugün sadece artık. Yani insan bedeninde bir fonksiyonel hata var: Savaşamayacağı bir dünyada savaşçı gibi yaşamaya devam ediyoruz. Bu bir tasarım hatasıdır. Tıpkı evi süpürmesi gereken bir elektrik süpürgesinin hortumunu kullanarak diğer ev eşyalarına saldırması gibi. Ama burada mesele, süpürgeyi değiştirmek değil, sistemin içine girip yazılımı yeniden tanımlamak.
Peki bu hata nasıl düzeltilir?
- İlk yol, iç disiplindir. Yani biyolojiye karşı bilinç geliştirmek. Budistlerin, Stoacıların yaptığı gibi arzularını tanıyıp dizginlemek.
- İkincisi, kültürel bastırmadır. Hukukla, sanatla, eğitimle şiddet davranışlarını denetim altına almak.
- Üçüncü yol ise, biyolojiye mücahaledir. Genetik mühendislik, hormonal dengeleme, nöroteknolojik iyileştirmeler gibi yollarla insan bedeninin güncellenmesi.
Bu son yol bizi insanlıktan çıkarır mı? Belki. Ama belki de yeni bir insanlık tanımına taşır. Posthumanizmin, yani “insan-sonrasının” kapısı bu noktada aralanır.
İnsanlık, zeka ile beden arasındaki bu açıyı kapatmadan huzura erişemeyecek gibi görünüyor. Zira zihnimiz yıldızlarla konuşmak istiyor, ama bedenimiz hâlâ bir mağarayı savunma refleksiyle hareket ediyor.
İşte bu nedenle evrim, sadece geçmişten bugüne doğru işlememeli. Belki de bugün, geleceğe doğru bilinçli bir evrim tasarlamanın eşiğindeyiz.
Yorum gönder