Şimdi yükleniyor

YARA & MERHEM

”İç ses, diye söylendim
Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya:
Tanrım bana hiç erimeyen,
Kırmızı bir bonbon şekeri yolla.” Didem Madak

Her insanın içinde bir kırık var. Bir kayıp, bir acı, belki bir hatıra… O kırık, bir zamanlar tüm hayalleri taşıyan yerin en derin noktasına yerleşmiş, zamanla bir yara halini almış. Bazen hissedilmez, bazen en derin yerinde kanar. O yara, hayatın her yönünü, her anını şekillendirir. Kimseye gösterilmez, ama herkesin fark ettiği bir derinliktir. O yarayı taşıyan, devam etme zorunluluğu hisseder. Ama devam etmek bazen patolojik bir hale gelir. İnsan, kayıpları ve acılarıyla yüzleşmektense, onları bir kenara iterek devam etme mekanizmasını işler. Devam etmek, insanın hayatta kalma çabasıdır, ama bir noktada bu çaba yalnızca bir zorunluluğa dönüşür.

Ve sonra, bir şekilde, bir dua gelir. Dua, Tanrı’yı etkilemek için değil, insanın kendisini değiştirmesi içindir. Bir format atma gibidir; eski bir dosya silinir, bir yenisi yüklenir. Tanrı’ya dua etmek, aslında kendimize dua etmek demektir. İçsel bir güncelleme, bir yeniden başlama çabasıdır. Belki de insan, Tanrı’ya inanmadan ya da inanamadan bile dua eder. Çünkü dua, sadece bir kelime dizisi değil, bir içsel iyileşme yoludur. Dua, bir söze hürmettir. İnsanın anlam arayışı, kendi içsel düzenini sağlama çabasıdır. O an, merhem olmaktan daha fazlasıdır. O, yaranın kabulüdür. O, acının içinden geçerek bir anlığına bile olsa rahatlamayı bulmaktır. Merhem, sadece iyileştirmek için değil, anlamak için sürülür.

Yara ve merhem, bir döngüdür. Acı, kabullenme, iyileşme ve yeniden acı… Her seferinde biraz daha iyileşen, biraz daha az acı veren bir sürecin adımlarıdır. Tanrı’ya, olana ya da bitene değil, kederle başa çıkamamanın çaresizliğine katlanmak… Belki de en büyük şifa, bu kederi anlamak ve onunla yüzleşmekte yatmaktadır. Çünkü bazen duaya inanç değil, duanın kendisindeki iyileştirici güce katlanmak gerekir. Ve belki de bu, insanın devam etme patolojisine karşı geliştirdiği en sağlam çözüm yoludur.